2 hafta öncesine kadar oldukça duyarlıydık atletizm konusunda. 2004' ten bu yana Türk atletizmiyle ilgili yazdığı yazı sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek olan gazeteclierimiz meslektaşlarını yalnızca Olimpiyat zamanı atletizmle ilgili yazı yazdıkları için eleştiriyorlardı. Kendileri sürekli atletizm konuşur çünkü, futbol hep ikici plandadır onlar için. Oyunların sıcaklığı hafiften geçmeye başlamışken Olimpiyatlarla ilgili birkaç post geldi aklıma bunları hatırladığımda. Olimpiyatlara katılan ilk sporcularımız akıma gelenlerden bir tanesi. Aleko Mulos. Kurtuluştan olimpiyatlara uzanan bir cimnastikçi, Olimpiyatlara giden ilk sporcumuz. Biraz sancılı aslında Olimpiyatlara gidiş sürecimiz. İlk olarak Mehmet Koç deniyor gitmeyi 1896' da, güreşçi. O dönemde uygun belgeleri ayarlayamıyorlar, IOC' de kabul edemiyor haliyle. 12 yıl geçiyor aradan Aleko Mulos' a gülüyor talih, biraz torpiliyle ama. Modern Olimpiyatların öncüsü Baron Pierre de Coubertin ülke ülke geziyor Olimpiyatları başlatmak istediği zaman, İstanbul' a da geliyor tabi Selim Sırrı Tarcan' ın bir rakısını içmeye. İlk denemede olmuyor ama politik koşullar düzelince Osmanlı katılıyor IOC' ye. Gel zaman git zaman Baron' un yolu düşüyor tekrar İstanbula, gezerken rehber lazım tabi, bizim Aleko' yu ayarlıyorlar. Artık laf arasında mı geçmiştir nolmuştur bilemiyorum, Baron davet ediyor Aleko Mulos' u Olimpiyatlara. İlk sporcumuzu gönderiyoruz - 1908' de Londra' ya-, başarı elde ediyor ama önemli değil. Önemli olan katılmak sonuçta. Bu klişeyi de bizim yarışma programlarımız alıyor tabi zamanla, Baron ve arkadaşlarının modern Olimpiyatları başlatırken açıkladıkları Modern Olimpiyatlar' ın felsefesinden. Maddenin tam cümlesini verip bitireyim;
"The most important thing in the Olympic games is not winning but taking part; just as the most important thing in life is not the triumph but the struggle. The essential thing in life is not conquering but fighting well."