9 Kasım 2008 Pazar
Boğaz Köprüsü
Kusura Bakmaya
Oradaydım Belgeseli 2
Aradan geçen 12 sene bizi ne kadar sağlıklı bir şekilde maziye götürür orasını kestiremeden sözlerime başlıyorum. 11 Nisan 96’daki maçta Aygün’ün penaltıyı dağlara taşlara attıktan sonra takındığı şapşalik yüz ifadesinin lise defterlerime, sıralarıma, montumun içlerine yapıştırılması sınırlarımı zorlamakta ki rahatsızlık boyutlarındayım. Beni gören Galatasaraylı elinde basketbol topu dahi olsa yere dikiyor penaltı atıyor. Sonra Aygün’ün yüz ifadesini takınıp ha ha hi hi hi…Bokunu çıkardılar ki ne çıkardılar. Ki bunlar maçtan sonra 1 gün okula gitme cesareti gösterememe rağmen yaşanmakta. Ulan sınıfta 5 kardeşiz, 3’ü Galatasaraylı biri Beşiktaşlı. Çekildik kavuğumuza 24 Nisan’ı bekliyoruz. Ulan dedim ben bu maça gidiyorum. Gidiyorum ve dönüşüm muhteşem olacak. O zamanlar cep telefonu denen meret de yok…Amıcaoğlu Ömer İstanbul İşletme’de. Avcılar’da yurtta kalıyor. Alo, alo, alo…Ömer şu an yurtta yok, şu an yemekhanede, he de de hö dö dö. Yahu benim bu maça gitmem lazım o Aygün uykularıma giriyor. Anlamıyor doğal olarak. Daha sonra arayın. ÖSS sınavı öncesi zaten gerginim, sıkıntı had safhada. Ders çalışıyoruz, Fener kovalıyoruz, okulda basket, toprak sahada futbol yılları…Ömer maça bilet alın, geliyorum…İyi de bakalım, falan eee ööö. Alın olum bulun geliyorum. Açık alıyoruz. Yok kardeşim efsane maraton alıyorsunuz. Ben yemiyorum içmiyorum, biriktiriyorum. Siz de maraton alıyorsunuz, bir hafta az yiyin için dııııttttttt dıııtttttt ddııııtttt…Biletlerin çıkmasına daha var…Bu sebeple Aygün kabusuna devam. Telefon geliyor, biletler alınmış…Dünyalar benim. İyi de ben ne diyeceğim de gideceğim İstanbul’a. Neyse ÖSS’ydi, çok bunaldımdı derken tamamdır Melahat Hanım ve Kazım Bey. Bi sorun daha var ki Ömer’e ulaşmam lazım. Gel beni Otogar’dan al. Ulan bi yenelim soracam hepinize okulda. 7’de kapıdayım. İçtima var Edirne Lisesi’nin sarı kırmızı ambleminin önünde…Aygün, Aygün, hayır hayır derken uyanıyorum. Sabah 7’de İstanbul otobüsündeyim. Havsa, Babaeski, Burgaz…Çalı kıpırdasa yolcu diye duracak pezevenkler…Ve kavuşma anı…Ömer (ammo)…Kadıköy’de Ömer’in diğer elemanları ile buluşma ve maratondayız. 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10 şeklinde Galatasaray seyircisini sayıyoruz. Maçtan önce içtiklerimizi tabi ki saymıyorum. Ne yani ayık kafa ile mi seyredeceğiz maçı…(Biz buna Trakya’da arabada içtiklerimi saymıyorum deriz. Araba bar.) Tarih 24 Nisan 96.
Fenerbahçe: Rüştü, İlker, Uche, Högh, Oğuz, Erol, Tayfun, Kemalettin, Boliç, Bülent, Aykut.
Yedekler: Engin, Tarık, Halil İbrahim, Atkinson, Saffet Akbaş
Galatasaray: Friedel, Van Gobbel, Bülent, Feti, Tugay, Arif, Sounders, Hakan Ünsal, Hakan Şükür, Suat, Ergün
Yedekler: Hayrettin, Mert, Okan, Ufuk, İlyas
Maç başlıyor. O zamanlar Türkiye’nin en sorunlu, en sabırsız, kendi takımını rakipten daha fazla strese sokan bir maraton. Homur, homur…Galatasaray iyi başlıyor çünkü. 10. dakikada Kemalettin bir pozisyonda maratona geliyor ve elini burnuna götürüp “susun” işareti yapıyor. Ama bu “susun” daha çok sakin olun anlamında. Baskıyı görebiliyor musunuz? Fener çıkacak, 10 dakikada 2 olacak, maç 4-5 farklı bitecek. Bu homurlar, biraz da bunların homurları. Ota boka tepki anlatamam size. O zaman tribün kovalayan birileri yazsa da anlatabilsek derdimizi. Bülent Uygun takıntısı had safhada. Galatasaray kendisine ayrılmış yerin yarısını doldurmuş durumda. Hala gözümün önündeki Van Gommel’in tabanını Aykut’un kafa hizasında görüyorum. Sonra da kendimi 5-6 sıra aşağıda buluyorum. Ulan oğlum öndeyiz, bekleyin geliyorum yarın okula…Aygün’ü göstereceğim hepinize. Sevinmeye başladıktan 5-6 dakika sonra o zamanlar eline baktığımız, bir sezonda 7-8 maç cezalı duruma düşerek bizi Serkan’a mahkum eden, Okacha’ya düğün, Uche’ye sünnet derken kaçan şampiyonluğun mimarlarından Kemalettin Efendi sakatlanıyor. Sıçtık…Saffet Akbaş içeri, Högh Kemalettin’in yerinde. Deplasmandaki Manchester maçının reenkarnasyon hali. Galatasaray’ın kadrosunu maksimumda kullanan Ulubatlı 65’de Arif’i alıyor yerine Okan Buruk’u sokuyor. Zaten ezilmekte olan orta saha Galatasaray’a geçmiş durumda. Okan, Arif, Ünsal, Şükür, Bülent, Tugay, Suat, Ergün…Yaaa…UEFA Kupası fotoğrafına bakalım, top tüfek atalım. Biten Aykut’ın yerine 70’de Uche nasilsin? Maraba Televole Atkinson giriyor…Zaten herkes çok bekletildiğinin farkında. Olmuyor, Fener fazla da pozisyon bulamıyor ve penaltıları bekliyoruz. Aklımda Aygün. Sounders parçalı forma ile atıyor, yine bize hüsran oluyor. Ağlayanlar, çıldıranlar. Ama büyük bir tepki yok. Çünkü herkes Fener’in iyi oynadığının farkında. Büyük bir tepki yok. Derken Souness bayrağı dikiyor ve olanlar oluyor. O gün bir facianın eşiğinden dönüldü Kadıköy’de. Maratonun ön bölümü olduğu gibi tellere yüklendi. Sonradan Galatasaray tribünlerinde olduğunu öğrendiğim arkadaşım aynen şu ifadeleri kullandı. “Abi sevinmeyi bıraktım. Telleri yerde gördüm çünkü”. O gün Süleyman Demirel olmasaydı gerçekten istenmeyen olaylar yaşanabilirdi. Cep telefonu, ayakkabı ne varsa yağıyor. Demirel de ayrandan nasibini almış. Ve Emniyet’in dahiyane fikri. Fener taraftarını çıkaracak, dağıtacak, sonra Galatasaray taraftarına yol verecek. Gitmiyor Fener taraftarı. Bekliyor. Ve gariptir oraya gidiyoruz salmıyor, buraya gidiyoruz salmıyor…Yani Fener taraftarı da bir yere gidemiyor. İstenmeyen olaylar ve gecenin bir yarısı otogar. Sabaha karşı Havsa’dayız. Yürüyecek halim yok. Ayakta durmakta zorlanıyorum. Aygün’e bir de Sounders eklenmiş beynimde. İçtima yalan olmuş. Okulu asma zamanı. Uğraşılmaz bunlarla. Ben en iyisi dershaneye gideyim. Aaa deneme sınavında "Ali Şen" birinci olmuş. Vallahi benim, billahi benim diyorum kimse inanmıyor. Yahu benim. Vallahi Burcu’ya sadece takıldığım 5 soruyu sordum. Daha doğrusu fikir tealisi diyelim. Sevgiyle kalın…