31 Aralık 2008 Çarşamba

Alternatif Medya ve Medya Okuryazarlığı

Hergün işten eve giderken Lig Radyo'da dinlemeye çalışıyorum. Fırat İşbecer tam sabır taşı. O telefon bağlantılarına herkes kolay kolay dayanamaz. Mehmet Ayan dayanamıyor mesela. Fırat kendini dinletiyor. Dün Verkaç programında 2008'in "O Anlar"ı ile ilgili konuşuldu. Fırat İşbcer de bizim camiadan 20'ye yakın blog sitesininin ismin bir kez daha verdi ve 2008'i Türk Futbol Bloglarının yükseliş yılı olarak belirledi. Bunlardan daha güzel bir ayrıntı vardı sözlerinin içerisinde. Aslında blog yazarı arkadaşların yarattığı bağımsız medyanın bir nevi alternatif medyayı oluşturması. Burası çok önemli işte. Medya Okuryazarı olmak için üretim sürecinin içerisinde bizzat yer alınması...Galatasaray'dan Yasemin İnceoğlu Hocamıza selam olsun. Bir ara medya okuryazarlığı ile ilgili geniş geniş yazarız. Bu medya var ya bu medya...Neyse...2009'da medyanın aslında ne demek istediğini, ya da neden bunu böyle dediğini daha iyi idrak edip algılayan bireyler diliyorum. Ercan Saatçi neden Hürriyet de yazar ya da Sergen neden Mustafa Denizli'yi eleştirmez kısımlarına hiç girmiyorum. Teşekkürler Fırat İşbecer. Ne demiş Atatürk "Bağımsızlık Benim Karakterimdir". Yani diyor ki koyun gibi okursanız, koyun gibi seyrederseniz ve perde arkasını irdelemezseniz, boynunuza ilmik geçirilmiştir. Yeni yılınız kutlu olsun...

Barney Ronay'ın Terim hayranlığı


Valla bu satıları yazan ben değilim. Guardian gazetesinin spor yazarlarından Barney Ronay'ın 2008'in Spor Hero'ları arasında Fatih Terim'e yer vermesi dikkatimi çekmedi değil. Aşağıdaki yazıyı bizden biri yazsa ne yalakalığı kalır ne de yardakçılığı. Haberi var mıdır acaba Terim'in bu yazıdan?

Euro 2008 in gözde antrenörü. Sadece Almanya' ya karşı 7 sağlam oyuncuyla mücadele edebilme dehasına sahip değil, aynı zamanda maço menajer imajıyla heyecan verici bir tarza sahip. Terim sert tarzını ve çatık kaşlarını, sadece harika olmayıp aynı zamanda büyüleyici bir taktiksel zeka içeren şampiyona deneyimiyle artık çok yükseklere dikti. Bu adama uygun bir EPL takımı teslim edip hakkını verin. (Stand-out coach of Euro 2008: not just a brooding genius capable of playing Germany off the park with seven fit players, a one-legged left-winger and the cat from the team hotel, Turkey's coach was also responsible for the return of the thrillingly macho, sweat-drenched manager. Terim biffed and scowled his way across Alpine central Europe providing not just great, testosterone-stinking touchline theatre, but a lesson in smothering tactical acuity. Give that man a vacant Premier League hot-seat.)

30 Aralık 2008 Salı

Fotomaç Reklam Ajansı

"Tekke"limeyle Kartal

28 Aralık 2008 Pazar

Kılıçdaroğlu Kime Çalışıyor?


Kılıçdaroğlu sesini "Şaban Dişli" ile duyurmaya başladı. Ayağını kaydırdı. Daha sonra DMMF ile devam etti. Onun da ayağını kaydırdı. Şimdi de Melih Gökçek ile devam ediyor. Kılıçdaroğlu Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Mezunu. Maliye Bakanlığı'nda hesap uzmanlığı, Gelirler Genel Müdürlüğü'nde Genel Müdür Yardımcılığı, SSK ve Bağkur Genel Müdürlüğü hizmetleri var. Bulunduğu görevler (özellikle hesap uzmanlığı) iz sürmesini ve yolsuzlukları ortaya çıkarmasını sağlıyor. Elinde kanıt olana kadar da harekete geçmiyor. Çalışmalarını bu süre zarfında gizli yürütüyor. Kanıtlarla konuşuyor. Popüleretesi de temiz toplum isteyenler arasında hızla artıyor. İki genel seçim sonrası yerel seçimlerde hayal kırıklığına uğrayarak gerilemeye başlayan ve yıkılan ANAP iktidarının yaşadıkları AKP'nin önünde ders gibi. Ve yerel yönetimlerde muslukların rahatlıkla açılıp kapatılabilmesi siyasi partiler için oldukça değerli. Tayyip Erdoğan, Dişli'yi ve DMMF'ı sadece milletvekili olarak apoletlendirdi. Bir nevi valilerin merkeze çekilmesi durumu. Şimdi de Ankara için Melih Gökçek için hazırlanan anket sonuçlarını bekliyor. Aday gösterip göstermeyeceği çok önemli. Don Shultz'un şöyle bir sözü var. "Senin ne söylediğin önemli değil, insanların neyi algıladığı önemli". Siyaset de bir nevi algıların yönetilmesi değil mi? Sokak ne diyor önemli olan o. %47 ve %47'nin üzerinde konulacak "gidecek yeri olmayanlar" olaya nasıl bakıyor. Kılıçdaroğlu vurduğu yerden ses getiriyor, sokaktaki vatandaşımız "Tayyip Erdoğan yolsuzluk yapanları parti yönetim kurulandan atıyor" diyor. Kılıçdaroğlu vuruyor, sokaktaki "ama Tayyip Erdoğan onları sahiplenmiyor ve yolsuzluk yapanlara yol veriyor"diyor. Tam bir lider karizması etrafında dönen çenber. Kılıçdaroğlu'nun vurduğu yerden ses getiriyor demiştik. Bu ses AKP'nin sesi oluyor. Bu sesin CHP'nin sesi olabilmesi için Deniz Baykal'ın ve etrafındakilerin Kılıçdaroğlu'nu "bu yıpranmışlığa rağmen" desteklemeleri lazım. Var mı öyle bir destek? Yok...Yani daha açık bir ifadeyle Kılıçdaroğlu'nun şu an CHP'ye kattığı bir şey yok. Parti yönetiminin basiretsizliğinden dolayı. Birileri cephede savaşıyor ama topçu atışı ortada yok. Ve bu cephe savaşı kazanılıyor gibi görünse de kaybediliyor. Tayyip ayyuka çıkanları temizliyor ve aynı zamanda "yolsuzluğa karışanı biz de tutmayız" mesajı veriyor. Bu şuna benziyor bir nevi. 2007 seçimlerinde "laiklik, laiklik" diye bağırdıkça sokağın böyle bir derdi olmadığı ayan beyan ortaya çıktı. De...Gene de de söylediğinin %90'ı bu olmasın. Bunu Nişantaşı ve Caddebostan'da de ama Bağcılar'da deme diyelim. Sonuç olarak diyeceğim Kılıçdaroğlu AKP'ye çalışıyor ve kimse bunun farkında değil. Aynı 2007 seçimlerinde aslında AKP'ye çalışan Kanaltürk gibi. Ama burada Kılıçdaroğlu'nun suçu var mı derseniz? En masumu o deriz.

27 Aralık 2008 Cumartesi

Semt sizin aşk bizim


Demirören'in basın toplantısındaki görüntülerle ilgili konuşmak sorunu çözecek türden değil. Yangının etrafında dolanmaktan başka bir şey değil. Yangından en çok itfaiyeci korkarmış ama en önde de o gidermiş. Perdeyi aralayıp, kafayı sokmak gerek...Tabi gerçekleri görmek istiyorsak. Beşiktaşlı'nın hiçbir zaman büyüklükle ilgili bir sorunu olmadı. Beşiktaşlı hiçbir zaman "en çok benim taraftarım olsun" demedi. "Az olsun ama öz olsun" dedi. Beşiktaşlı aslında "dünyanın en büyük semt takımlarından" birisi olduğunu bildi. Rahatsızlık duyulacak bir şey yok ki burada. Herkes sevdasını farklı yaşar. "Semt bizim aşk bizim" Beşiktaşlının asıl yakarışıdır aslında. Eğer Beşiktaş-Fener ya da Beşiktaş-Galatasaray maçını Türkiye'nin en büyük maçı yapacağım dersen o zaman aslını inkar etmeye başlıyorsun. Böyle bir ızdırabı yok ki Beşiktaş taraftarının. Yıldırım Demirören'in basın toplantısını şuna benzetiyorum. Bazı şirketlerde bu tip yöneticiler vardır. Ekibine sözünü geçiremez. Belki söyledikleri doğrudur ama yaptırtamaz. Zaten en sevdiğim sözlerden birisidir ki "söylemek yaptırtmak değildir, söyleyen olma, yaptırtan ol. Tabi yöneticiysen". Bu sebeple bu tarz yöneticiler sık aralıklarla "ben buradayım" deme gereği duyarlar. Otoritesini sürekli hissettirmek zorunda hissederler kendilerini. Rütbe bende ama ben istediklerimi tam anlamıyla yaptıramıyorum ki... Aslında yaptırmak istediklerim bu firmanın menfaatine durumları. Aslında sorun sadece karizma ve liderlik eksikliği değil aynı zamanda bilgi ve yeterlilik eksikliğidir. Çalışan hisseder bunu. Hissettiği zaman da film kopar. Tiyatro başlar. Ekip ruhu biter. Bu basın toplantısı da bunun yansımasıdır. Ben büyüğüm. İki büyük yaratmak istiyorlar. 20 senedir üzerimize oyunlar oynanıyor. Kompleks yapı Beşiktaş taraftarında değil Beşiktaş'ın başında. Gökten iki şampiyonluk düştü. Yan barcoda da o oynasaydı o zaman. Sizin döneminizde Beşiktaş'ın hiç şampiyonluk göremediğini hesap edersek 13-14 yıla tekabül eder bu 2 şampiyonluk. Hep söylüyorum, yine söylüyorum. Beşiktaş önce sahada güçlü olacak. Şu soruyu kendine soracaksın. "Neden Fener bu kadar kötüyken helva gibi dağılmıyor da biz bir maçtan sonra helva gibi dağılıyoruz." Beşiktaş taraftarı bunları haketmiyor. Bir şeyleri ispatlama çaban varsa, sen aslında o olmadığını düşünüyorsundur. Yazalım bir kenara.

26 Aralık 2008 Cuma

Yerel Medya & Tribün Spor

Tribün spora destek için yazdığımız yazı bize aşağıdaki yazımızı arşivden çıkarttırdı. Yeri gelmişken yineleyelim dedim.
Yerel Medyamızın en yüksek reklam gelirlerine ulaştığı aylardandır Ramazan. Büyük reklam verenlerimiz bu ay mutlaka yereli medya planına alır. 11 ay boyunca yereli medya planına dahil etmese bile Ramazanın yeri ayrıdır. 12 ayın içindeki altın yıldızlı PT’dir ramazan yerel için. (özellikle yereli güçlü illerde sadece 1 aya endekslenmek daha fazla kaybolmaktır aslında ya neyse. Yerel kampanya zamanları da değerlendirildiğinde bir ay değil 12 ay değerlendirmede olmalıdır) Bu ay yerel mecralar daha fazla tüketilir. İnsanlarımız kendi bölgelerinin müftüsünü, ilahiyat fakültesi öğretim görevlisini daha bir içten dinler, takip eder. Kayseri’den Süper Fm’e belki ulaşması zordur ama Kolaj Fm’e Kayseri Fm’e ulaşır. Bir şekilde ulaşır. Yerelin gücünün bu ülkede artmasının ve tüketilmesinin gerekliliğini çok başka bir boyutu taşıyacağım. Kanalın müşterisi yerele olumlu ya da olumsuz eleştirisini hemen hissettirir. Aynı caddede yürür, aynı yerde alışveriş yapar, hanımlar tanışır… Bilirler birbirlerini. İzleyici istediği kanalı daha kolay oluşturur. O artık medya okuryazarıdır. İstanbul’da olmayandan. Ya da İstanbul’da olsa bile gücünü ve sesini yetiştiremeyenden. Kamu vicdanıdır dinlenen orada rating raporları değil. O vicdanı dinlenmezse sonu olur. İstanbul’da bu vicdanı dinlerse ne olur? Tamam şöyle ifade edeyim. Kamu vicdanının ne derece dinlenip ne derece dinlenmeyeceğine karar verecek olanlar onlardır. İstanbul’dakiler yani. Menüyü yerseniz yanına tatlı ya da meyve isteyemezsiniz. Mutfakta vardır ama vermezler. Kayseri’deki müşteri o tatlıyı istediği zaman o tatlı gelir. Geç de gelebilir ama gelir. Hem de onu kaymaklı getiren kazanır. Anadolu’daki yerel mecra sahipleri. Haddimiz değil ama… Siz ne olur hep yerel kalın. Reklam gelirinizi daha da yerelleşmek adına, kamu vicdanını dinleyerek harcayın. Dinlemeyin “halk bunu istiyor arkadaşım buyur işte ratingler burada, ben ne yapayım” zırvalarını. Kandırmayın şu insanları rating demek harika programdır demekle. Sen halkı sok bakalım mutfağa halk onu mu istiyor bunu mu istiyor?

Dinamo Mesken & Lokomotif Fatsa


Radikal gazetesinden Emre Koşak'ın güzel haberini sizlerle paylaşmak istedim.

12 Eylül darbesinde milli değerlere saldırdığı gerekçesiyle kapatılan Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü tekrar açıldı. Darbe döneminde 'Dinamo Mesken' adıyla arılan kulüp artık Meskenspor olarak sahalara çıkacak

1971 yılında kurulan ve taraftarlarınca ‘Dinamo Mesken’ olarak adlandırıldığı için 12 Eylül askeri darbesinin ardından, ‘Milli değerlere açıktan saldırı’ gerekçesiyle kapatılan Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü’nün o dönemde yargılanan futbolcuları, kulüplerini yeniden hayata döndürdü. Eski günleri unutamayan ‘Dinamo Mesken’ sevenler, yine aynı olumsuzluklarla karşılaşmamak içinde kulübün adını ‘Meskenspor’ olarak tescil ettirdi. Aralarında Sanatçı Erkan Can’ın da bulunduğu eski adıyla Meskenspor taraftarları, ilk etkinlik olarak hafta sonu Bursa’da tanışma yemeğinde bir araya gelecek.

Bursa’nın 1970'li yıllarda ‘Solcu’ semti olarak bilinen Mesken’de 1971 yılında bir araya gelen mahallenin gençleri ve ileri gelenleri spor kulübü kurmaya karar verdi. Yapılan girişimlerden sonra kurulan kulübe Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü adı verildi. Takımın başkanlığına o dönemde 30 yaşında olan Tunçkanat Yeğin getirilirken, Antrenörlüğü ise Bülent Merey üstlendi. Futbol ağırlıklı kurulan kulüp, amatör lig maçlarında aldığı başarılı sonuçlarla önce mahalle sakinlerinin daha sonra da Bursa’nın ilgi odağı oldu.
Mahallenin solcu olması, o dönemlerde Dinamo Kiev’in rakiplerini gol yağmuruna tutması ve Bursaspor ile bir de karşılaşma yapmasından sonra, Ertuğrulgazi Gençlik ve Spor Kulübü de taraftarlarınca ‘Dinamo Mesken’ diye anılmaya başlandı.
Rakiplerinin korkulu rüyası olan Dinamo Mesken’e darbeyi karşılaştığı rakipleri değil, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra göreve atanan bazı yöneticiler vurdu. ‘Dinamo Mesken’ adının ‘Milli değerlere açıktan saldırı’ olduğu gere gerekçesiyle kulüp 1981 yılında kapatıldı. Dönemin yöneticileri, kulübü kapatmakla kalmayıp, bazı yöneticileri ve futbolcuları da gözaltına aldı. Mahkemeye çıkartılanlardan sadece 3’ü beraat ederken diğerleri ise çeşitli cezalara çarptırıldı.
Dinamo Mesken Spor’da o yıllarda futbol oynayıp yöneticilik yapanlar takımlarını yeniden kurmaya karar verdi. Kulüplerine ‘Başımız yine belaya girer’ endişesiyle gönüllerinden geçen ‘Dinamo Mesken’ adını koymayan yöneticiler bu kez ‘Meskenspor’ olarak adını tescil ettikleri kulüplerini amatör futbol yaşamına döndürdüler.
Kulüp, hafta sonu Bursa’da kuruluş ve tanışma yemeği düzenledi. Bu organizasyona o yıllarda takımda futbol oynayan sanatçı Erkan Can da katılacak. Elde edilen gelir ile takımın ihtiyaçları karşılanacak. Meskenspor kurucu üyelerinden Vedat Vermez, “İsmin tekrar Dinamo Mesken olması için görüştük. Ama o dönemde çok sıkıntı çektik. Açıkçası aynı sıkıntıları çekmekten korktuk ve bu iddialı isim yerine Meskenspor Kulübü olarak tescil ettirdik” dedi. (dha)

Tribün Spor'a destek olalım mı?

Eskişehir kentinin ilk spor gazetesi. 2 Aralık tarihinde ilk sayısı çıktı. Gazetenin adı Tribün Spor ve haftalık. Serkant Samurçay, İbrahim Samurçay, İbrahim Tekin gazetenin başında. Şehre ve Eskişehirspor'a hayırlı olsun. Sivas Spor'un Fotomaç'ı protestosu vardı biliyorsunuz. Fotomaç gazetesi Sivasspor'a yer ayırmıyor diye bir ara gazete bayileri aynen Fotomaç paketlerini geri gönderiyordu. Bu durum Fotomaç'ın "hergün Sivasspor'a tam sayfa" ayırmasıyla aşıldı. Mecnun Başkanın da görüşlerine yer verilmiş ve durum kotarılmış. Neyse...Ben buradan diyorum ki Tribün Dergi'ye futbol blog camiası olarak destek olalım yazılarımızla. Bizim yazılarımızı kullanarak çok daha renkli bir gazete olacaktır bence. Çorbada tuzumuz olsun. Ha bu arada ne gazetenin sahiplerini tanırım ne de gazete elime ulaştı. Yerel Medya'nın ne zor şartlarda yayın hayatını sürdürmeye çalıştığını bildiğim için böyle bir güzelliğe destek olabiliriz dedim sadece. Var mısınız? Alt tarafı konuşup bir link vereceğiz. Ya da Ali Okancı ve Bülent Bey'den ricamdır. Futbolblog programında seçilen haftanın en iyi 5 yazısını gazetede de kullandırabiliriz. Tabi yazı sahipleri onay verirse. İşin içine üniversite de girerse nedne olmasın?

25 Aralık 2008 Perşembe

Yaşanmış Trakya Hikayeleri


Edirne’nin Havsa ilçesi. Yaşanmış bir olay. Havsa-Babaeski yolunun 3. km’sinde Sinit Göl diye bir gölümüz vardır. Ama halk arasındaki adı Simit Göl’dür. Akşamüstü minibüs ve bilimum 4 tekerlekli araçların çekilip piyiz yapıldığı, meşhur biralama mekanı. Nam-ı değer Simit Bar. Amaç biralama aslında balık tutma zaman geçirmeye çerez olsun. Zaten çıkan el kadar kara sazan o da saman tadında balık aşkı. Gece epey ıssız olur göl. Piyizciler de daha yakın yerleri tercih eder. Su deposu bar gibi. Ya da ofis bar. G.. içi kadar yerde yapacak fazla iş olmayınca ya kahvede kağıt yaparsın, ya alkol alırsın ya da…Ya da böyle dallamalıklara sararsın. Çete başı da doktor. İsim vermeyelim tabi de adam Cerrahpaşa mezunu. O zamanda öğrenciydi yani Cerrahpaşa’da. Aklı başı yerinde yani. Yememişler, içmemişler şöyle bir plan yapmışlar. Doktor kısa boylu…İsim vermeyelim ekip 4 kişi. Doktor evden bir kürk, bir kurusıkı tabanca bir de asa alıyor. Uzun boyluyu da parmak ucundan kafasına kadar tuvalet kağıtlarıyla mumya gibi doluyorlar. Geri kalan 2 kişinin görevi Havsa’dan birini kandırıp göle içmeye getirmek ve olanlara yarılmak. Polis’in oğlu oltaya gelmiş. Almışlar getirmişler göle. Bir iki biradan sonra bizimkiler soteden çıkmışlar. İki sellektörden sonra operasyon başlamış. Tabancalar atılmış, araçlar kovalanmış, roller bir güzel oynanmış. Sonrası ha ha ha hi hi hi ama Polis’in oğlu kendini kilitlemiş. Kurşunlar, okuyup üflemeler…Biz böyle bir bok yedik diye de anlatamıyorlar. Kem, küm biz görmedik. Arabanın ön tekeri patladı yok arka tekeri durumları. Aynı naneyi farklı birkaç kişi üzerinde de yiyince efsane yürümeye başlıyor tabi. Gölde hayalet var. Kahvede muhabbeti bilmeyenler sıkıp duruyor. Biri diyor ki birinin boyu çok uzunmuş diğeri de cüceymiş. Doktor diyor ki “o kada da kısa değildir be ya” Azminize hayranım çocuklar, azminize hayranım.

Golü yediğin an


Ankara'ya Irak Başbakanı Nuri El Maliki geldi biliyorsunuz. Köşk'te de Abdullah Gül ile görüşmüşler. Bir kısım medyamız da Kürdistan Tv Köşk'te diye haber geçmiş. Kürdistan Tv gerçekten Köşk'e gitmiş. Akredite yani. Hani bir laf var ya Allah'ın bildiğini kuldan neden saklayayım diye...Ben bir vatandaşım. Herkes ne kadar gözlem yapıyorsa ben de o kadar gözlem yapmaya çalışıyorum. Koyun olmamaya çalışıyorum. Bu vatandaş zamanında Irak'a gitti. Irak'a Kuzey Irak'tan girenlerin -ki ben Habur'dan girdim-pasaportunda ne yazıyor bir sorun bakalım? Vurulan kaşenin üzerinde Irak mı yazıyor yoksa "welcome to Kurdistan" mı yazıyor? Sizi ilk karşılan kim ya da? Mesut Barzani'nin dağa taşa asılan posterleri olmasın sakın. Orası kimin toprağı? Amerika'nın. Biz hala Irak bölünürse Güneydoğu'da yaşanabilecek olayları TV'lere çıkıp anlatmaya devam edelim. Bu ülkenin vatandaşlarına neden hala masallar anlatılıyor? Irak bölünürse şu olur bu olur şeklinde. Ha unutmadan şunu da ekleyeyim. Hem pasaporta "welcome to Kurdistan" basılıyor hem de sizi Kürdistan bayrağı karşılıyor. Irak bayrağının altından mı giriyorsunuz Habur'a siz. Ya da öyle mi sanıyorsunuz? Bakın ben Ortaokuldayken ABD Irak'ı vuruyordu. Biz de atari seyreder gibi ekran başında seyrediyorduk. Çocuk aklı tabi o zamanlar fazla kafa basmıyor fazla. Saddam Amerika'ya dedi ki ben Kuveyt'e giriyorum arkadaş. Amerika da cevap verdi hemen. Gir Saddam'ım tabi orası senin hakkın. Hüsnü Mübarek Saddam'a dedi ki "bu oyunu yeme. Kuveyt'e girdiğin gibi tepene binecek Amerika". Saddam girdi. Hemen arkasından da Amerika girdi. Siz bakmayın Amerika'nın Saddam'a Kuveyt'e girmeden önce girersen vururuz falan dediğine. Ben öyle diyeceğim ama arkandayım haaaa da dedi Amerika...Gelinen nokta bu noktadır. Yani biz ortaokulda atari seyrederken Irak bölünmüş aslında. Bunun bir de 15-20 yıllık stratejisi vardır etti sana 35 yıl. 35 sene önce Irak bölünmüş ve biz golü yemişiz de haberimiz yokmuş. Atari seyretmeye devam etmişiz.

Literatüre Girsin

Galatasaray-Beşiktaş maçından sonra Fotomaç gazetesi efsanevi başlıklarına bir yenisini daha ekledi. Az kalsın biz de boş geçiyorduk. Baros'un fotoğrafı ve başlık. MİLANGAZ

24 Aralık 2008 Çarşamba

Kredi var kariyer bitirir kredi var...

Bir Fener maçından sonra aklımda kalmış ama hangi maç olduğunu bilemiyorum. Bütün tribün şöyle bağırıyordu "Terörist Kuddusi, Terörist Kuddisi". O Kuddusi Konya-Fener maçının da hakemi idi. Sonra özellikle deplasman takımları için bir nimet olarak görmeye çalıştığım Fırat Aydınus sahne aldı. Rahat rahat çaldıklarını çalmadı, çalmayacaklarını çaldı. Sizce pusan Fırat Aydınus mu? Korkan kendisi mi? Bence Fırat Aydınus hala aynı Fırat Aydınus. Ama birileri Aydınus'un kulağına birşeyler fıslamış sanki. Daha da tehlikelisi bu zaten. Balığın baştan kokmaya başlaması. "Fırat bu haftaki maçta biraz dikkatli olalım" denmesi bile ne mesaj içerir sizce? Bir de üstün özelliklere haiz yöneticilerimiz var tabi. Sabaha kadar oynansa Galatasaray'ın yenmeye devam edeceği Beşiktaş'ın Başkanı var. Sahaya inip küfür eden, az bile yapmışlar diyen, masaya yumruğunu vuran, maceraları bitmeyen...Onu rahatsız eden aslında ne biliyor musunuz? Beşiktaş'ın kötü olması değil. Beşiktaş'ın aleyhine bu kadar rahat düdüklerin çalındığını düşünmesi. Erciyes'le bir finalle kupa alınır ve Beşiktaş taraftarı bununla eylenir ne de olsa? Vur yumruğunu Demirören. Kuddisi ve Fırat...2 maç....Bir de Demirören var. Kaç 2 sezondur Beşiktaş'ın Başkanı. Sizce Beşiktaş kendisini hak ediyor mu?

23 Aralık 2008 Salı

Real Money


Lassana Diarra: City bana Real'den daha fazla ücret teklif etti. Money is not Real. Playing for Real is honour. Bundan 5 önce Juande Ramos "Glory Glory Tottenham"dan kovulacak, Real'in elinde de adam kalmayacak ve Lass&Huntelaar Real forması giyecek deseler...Başlarında da Juande Ramos. Yok canım derdim herhalde. Salgado, Metzelder, Drenthe, Hazreti Guti...4'üne de tahammül edemiyorsun...Ama bazen 4'üni de aynı anda sahada görüyorsunuz. Kabus değil Real oluyor insanın gözünde.

22 Aralık 2008 Pazartesi

Mitsubishi ve McDonald's


Mc Donald's ile ilgili şöyle bir yazı yazmıştık. Bu sabah itibari ile "parton bana dese ki bu yıl hiç zam yok yineeeeee, keyfim kaçmaz bugün bana ne bana ne" bölümünü çıkardıklarını gördüm. Bir zamanlar Mitsubishi Fuso Canter Lig Radyo'da spotlarını döndürüyordu. Onunla ilgili de bir yazı karalamıştık zamanında. Fuso Canter orada "mazot terbiyecisi"yim diyordu. Hem de Lig Radyo'da. Zamanında o bölümü de çıkarmışlardı. Galatasaraylı'lardan tepki aldıklarını varsayıyoruz. Reklam yazarı aslında metni sokakta yazar masa başında değil diyerek sözlerimize son verirken bize takılan pazarlama sapmalarına yer vermeye devam edeceğimizi de yinelemek isteriz.

Uğur Meleke Milliyet'te

En son 15 Ekim tarihinde Milliyet'de yazısını yazan Uğur Meleke 22 Aralık itibari ile köşesine geri döndü. Futbol Kulübü'nün sona erişi, Ciner Grubu'nun yeni gezetesi, odur budur bilmem nedir? Oraları boş geçelim. Uğur Meleke tekrar başladı.

21 Aralık 2008 Pazar

Tabata-Bilica ve Trabzon


DeSanctis-Sabri-Meira-Servet-Hakan Balta-Ayhan Akman-Mehmet Topal-Arda-Barış Özbek-Lincoln ve Baros. Özellikle son zamanlarda hücum gücü azaldığı için -ama bize göre defansa daha fazla yardım ettiği için oynaması gerektiği gibi oynadığını düşündüğümüz Arda Turan-eleştirilen Arda ve arkasındaki Balta...Barış Özbek ve Sabri. Ortada Akman ve Topal. Bu yazıyı bana yazdıran yukarıdaki 11'in Galatasaray'ın ve TSL'nin en iyi takım 11'i olduğunu düşündüğümdür. Tabi bu 11 sahaya çıkarsa. Çıkmadığını öğreniyoruz ki Sabri yok. Sabri'nin yerine sağ tarafı Barış ve Baros'un kapatacak. Yine hüsrana uğradık diyebiliriz. O zaman yazının şeklini değiştirelim. Galatasaray'ın kadrosu tartışmasız ligin en iyisi. Baros'tan, Kewell'den dolayı değil Arda'dan, Akman'ın ultra formundan, Topal'dan, Barış'tan, Hakan Balta'dan dolayı. Bugün Sivas maçını izlerken şunu düşündüm. Şu Bilica Egemen'in yerine Trabzon'da olsa...Yusuf'un peşine düşmüşler. Önümüzdeki sene için ne yapıp ne edip şu Tabata'yla anlaşsalar. Bir de sol tarafa bir oyuncu tuttursalar Trabzon bu yarışın içinde 3-4 sene daha olur ve ligde 3 büyüklerin hemegonyası belki kırılır. Yoksa gelir Trabzon İstanbul'a 3 gol yer ve pozisyona giremeden döner gider. Beşiktaş'la bir kupa bir lig oynar, pozisyon bulamaz gol dahi atamaz. Trabzon önümüzdeki 2-3 yılı düşünüp "neden bu takımı şampiyon yamadın hadi sana güle güle Ersun Yanal" demezse ve 2-3 bölgeye doğru transfer yaparsa önümüzdeki yıllar "hah bu takım şampiyonluğa oynar" diyebiliriz. Bu sene olursa TSL'ye yazık olur. Tabata ve Trabzon. İkisinin de birbirine ihtiyacı var. Güzel bir birliktelik olur.

Tek Forvet Çift Forvet..


Son dönemin popüler tartışma konusu bu, kaç forvet? Kimi çıkıp Aragones' i eleştiriyor Fenerbahçe nasıl tek forvetle oynar diye, kimisi çıkıp takımını üç forvetle oynatan hocayı tebrik ediyor. Cesur olmak, hücumu düşünmek lazım; gerekçe bu. Çok forvet hücum gücünü arttırmak demek mi oluyor peki? Dizelim babacım o zaman 4 defansı, koyalım önüne bir tane orta saha, kalanı da sıralayalım rakip ceza sahasının önüne; bu mudur yani olay? Yoksa senin takımının oyunu ne kadar alanda oynadığı mı? Sen defansına hattı çekiyorsun orta alana ve diyorsun ki burada basacaksınız, sıfır forvetle oynasan ne yazar bu durumda. Topyekün hücumda takımın işte, becerebilir misin orası tartışılır. Mesele de bunu becerebilmek zaten. Takımı bütün halinde yönlendirmek, yoksa yemişim ikili üçlü forveti. Ekip halinde iyi hücum ve savunma yapıyorsan becerirsin bu işi, ilerde 3 forveti savunmaya yardım etmeden bekletme günleri tarihte artık. İzle United' ı; takım savunmadayken rakip yarı sahada kaç adam kalıyor say bakalım. Korkak mı oynuyor şimdi bu takım! Ferguson bilmiyor 5 forvetle oynamayı, bir siz akıl ediyorsunuz. Böylelerine yukarıdaki dizilim müstehak..

Süzme Mercimek'i Sever Misin Marco?


Gençlerbirliği-Sivas maçı oldukça tempolu bir karşılaşma oldu. TSL’deki çoğu maçtan çok daha fazla zevk aldım izlerken. 2 konuya değineceğim. Birincisi Sivas’ın golleri. Avrupa’nın kalburüstü liglerini izlerken “keşke bizim liglerimizdeki orta saha oyuncuları da kaleyi gördükleri gibi vursa” dediğimiz tarzda 2 gol attı Sivas. Musa Aydın ve Mohammed Kurtuluş’a teşekkür ederim. Gollerin güzelliğinden değil, düşünebilmelerinden. Bir adamın Fener’i Makalelevari bir şekilde çökerttiğini ve o adamın da kaleye bir tek şut atmadığını ya da atamadığını düşünürsek sevinmem gayet doğal diye düşünüyorum. Keşke daha fazla şut atsa ortasaha oyuncularımız. Gelelim kasetin diğer yüzüne. Dakika 92. Mehmet Yıldız topu orta sahada enlemesine taşıyor. Peşinde de 61 numaraları Kerim. İkili bir mücadele yaşanıyor. Hamza Yerlikaya’nın 2 alt versiyonu Mehmet kardeşimiz yerde. Mehmet, Kerim daha yaklaşırken ona doğru gidip “ben kendimi yere bırakacağım sen yeter ki bir dokun” diye bana mesajı veriyor. Bunu ben çay içerken anlayabiliyorum mesela. Sonrası ikili mücadele ve Mehmet Yıldız yerde. (Bu şuna benziyor. Top havadan geliyor. Birazdan ikili bir kafa topu mücadelesi yaşanacak. Kafa topuna çıkmaya tıpası olmayan adamın gözü nerede olur? Topta değil rakipte. Hep onu keser. Servet de toptan başka hiçbir şeye balmaz böyle durumlarda ve Edu’dan dirseği yer) Neyse, nerede kalmıştık. Mehmet Yıldız yerde. Kerim delleniyor tabi. Bağırıyor, çağırıyor Hüseyin Göçek’e. Hüseyin Göçek de sarıyı çakıyor. Budur işte sizin pozisyonu süzme kapasiteniz. Karılar hamamına döndürdünüz ligi. Ota boka sarı kart. İyi niyet, kötü niyet ayrımı dahi yapamıyorsunuz? Sizin pozisyonu süzmeden anladığınız, mercimek çorbası. Süzme.

20 Aralık 2008 Cumartesi

Mekdomalsta kahvaltı keyfinin verdiği haz


Mc Donald'sta kahvaltı keyfi. Her pazar sanki bir pazar neşesi. Kahvaltımı yaparım, tadını çıkarırım, Mc Donald'sta kahvaltı keyfi. Trafik umrumda olmaz, falan dı filandı diye devam ediyor bu radyo reklamının cingılı. Ama asıl tüylerimi diken diken eden yeri "patron bana dese ki bu yıl hiç zam yok yine, kefyim kaçmaz bugün bana ne, bana ne" Kahvaltı da yukarıda. Osmanlı menüsü, tatlı, vejeteryan menü, oydu buydu derken sıra kahvaltıya da geldi. Yukarıdaki menüyü ye sonra işe git. Patron seni çağırsın ve "maalesef bu sene de zam yok" desin. Sende hoppidi hoppidi masana doğrı sek. Sabah zıkkımlanmışsın ya Mekdomalsta, keyfini hiçbir şey kaçırmaz artık senin. Diyeceğim şudur. Zannediyorsunuz ki Maekdomalsın reklam ajansına ve bunu onaylayan müdürlerine giydirmeye başlayacağım. Hiç de öyle değil. Bu ülkede adam hala çıkıp "ama Melih Gökçek ortaya sayaçları koydu, sayaçlarla geldi, demek ki saklayacağı bir şey yok, Kılıçdaroğlu ne getirdi?" diyorsa ben size daha ne diyeyim. Kömür kokulu memleketimin, ezan okunana kadar oynadığım futbol sahaları. Hey de hey be. Kömür kokusunun ruhumdaki anlamlarını değiştiren zihniyet. Mekdomals'ın reklamında patron elemanı çağırıp "oğlum bu sene de senin manitayı ben götüreceğim kusura bakma, para bende" dese ve bizim eleman "keyfim kaçmaz bugün bana ne, Makdomalsta kahvaltı soktum bugün" dese yeridir valla. Ertesi gün yine Mekdomalsta kahvaltı sok ki manitanın gittiğine üzülme.

2


Emre'nin ligde 90 dakikayı tamamladığı maç sayısı. Uzun bir post oldu kesmek gerek.

19 Aralık 2008 Cuma

Waiting For the Sun

Ha bu güzel oldu işte. Bekliyoruz.

Kedi, Arşın ve Ciğer

İstiyorum ki takımlarımızdan en az 2'si 3'ü Avrupa'da ama ŞL'de ama UEFA Kupası'nda Mart ayını görsün. Yukarıdaki tabloda takımlarımızın başarı sıralaması mevcut. Tabi ülke puanına sireyet eden durumu. Her zaman "overrated lig" olduğumuzu söyleyip duruyoruz topluca. Hani şu meşhur web sitemiz de liglerin değerleri yazmakta. Doğru ya da yanlış. http://www.transfermarkt.de/ sitesinde. İyi de kardeşim ilgili sitedeki liglerin değerleri şöyle;
1) EPL 2.972.325.000 Euro
2) La Liga 2.480.600.000 Euro
3) Serie A 2.306.825.000 Euro
4) Bundesliga 1.499.225.000 Euro
5) Ligue 1 1.294.300.000 Euro
İlk 5 sıra ile yukarıdaki tablonun ilk 5'i arasında var mı herhangi bir uyumsuzluk? Yok. Ülke sıralamasında 11. sıradasın ama ligimizin değeri 729.550.000 Euro. Aslan gibi 6.'yız. Yazın daha Delgado'ya 8.000.000 Euro. Verin Emre'ye yıllık 3 küsur milyon. Alex efendi 3 yıllık sözleşme isteği kabul edilmedi diye topa ayağını sürmesin. 3 yıllığına neredeyse 20 milyon YTL istediğini kimse söylemez orası ayrı. Senin futbolcunu hiç kimse bu paralara almaz. Senin kafan rahat olsun. Hepsi Tuncay ve Marco gibi bekler sen de avucunu yalarsın. Bir de aldığın yabancıya saçma sapan bonservis ödersin ki 10 tanesinden 2'si sana para kazandırarak gitsin, burada davul zurna tutalım. O-V-E-R-R-A-T-E-D S-U-P-E-R-L-İ-G. TSL onlara cennet bize hüsran.

18 Aralık 2008 Perşembe

16 Aralık 2008 Salı

WOMM-Çağan Irmak-Aceto-Borges-Lambuja-Noat Samisa


George Sileverman. Dünya'nın en güçlü pazarlama yönetimi olarak adlandırdığı "ağızdan ağıza pazarlama" yani "word-of-mouth marketing" adlı kitabın yazarı. Kitapta WOMM ile yürüyeduran Apple ve Harley Davidson markalarının özel hikayeleri ve niceleri var. 6 Mayıs 2008'de ülkemizde de konferansı düzenlemişti WOMM'nin. Ben arkadaşımın okuduğu blogu okurum, ben arkadaşımın gittiği filme giderim, milletin gittiği trend mekanlara gider, okunan kitabı okur, zevkine güvendiğim arkadaşımın giyindiği yerden giyinirim. Eğer bu kitabın bu topraklar için bir versiyonu yapılmış olsaydı "Çağan Irmak"ı bir numaraya yazardım. Issız Adam'ı en çok nerede duydunuz ilk 1-2 hafta. Çarşaf çarşaf ilanlarını mı gördünüz, billboardlarda-raketlerde mi gözünüze çarptı, Çağan'ı filmi anlatırken kanal kanal koştururken mi yakaladınız? Yoksa oğlum hatunla Issız Adam'a gittik süper diyen bir arkadaşınız mı oldu? Ya da "Babam ve Oğlum" filminden ve diğerlerinden edindiğiniz benzer WOMM efsaneleri mi sizi sinemaya gönderdi? 14 Aralık tarihinde yayınlanan Milliyet gazetesinde "Issız Adam"a Çağan Irmak'ın 0,6 milyon USD harcadığı yazıyordu. Şu ana kadar da 1.200.000 gişe ve 9,5 milyon YTL'lik hasılat var. 0,6 milyon USD gibi düşük bir bütçe ile film yaparsın hiç sorun değil. Ama bu kadar düşük bir tanıtım bütçesi ile bu gişeyi elde etmek asıl mesele. Orada da kim devreye giriyor? WOMM. Hakedilen başarıya çanak tutuyor WOMM. Ya da bizim camiadan örnek vereyim. Bundesliga deyince Borges'i neden okuyorsunuz? Ya da dur bi mail atayım da fikrini alayım diyorsunuz? Ya da Aceto'yu size ilk kim önerdi diye sorayım. Parmakları klavye gören blog yazarları arasında yok mu hiç etkisi Aceto'nun? EPL deyince Noat Samisa ne kadar güzel yazıyor değil mi? Lambuja'nın Güney Amerika yazıları...Ve niceleri, niceleri...Bu WOMM bizim camiada da harıl harıl çalışıyor. Okuyun bu camiayı...Pc Lion'u okuyun. Futbolblog'u izleyin. İzlettirin. Bir gün bir gazetecinin ilgisini çekecek ve siz kimsiniz ne iş yaparsınız diye bir röportaj yapmaya gelecek. WOMM onu da esir alacak. Bakalım o kim olacak? Yakındır. Bekliyorum.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Okeye 4. TSL Gerçeği


Bursa-Trabzon maçı başladı. Yanımdaki arkadaşım bir ara iyi maç oluyor dedi. Ben de içimden seyretmesen acaba ne kaçırırım diye geçirdim ve ilk yarı bittiğinde yol aldım. Malumunuz Avrupa'nın en değerli 6. ligiyiz. 700 milyon küsur Euro'luk ligimiz varmış. Nedense liglerin değerine göre oluşturulan sıralama ile kulüp takımlarımızın Avrupa'daki başarı sıralamaları kıyaslandığında kedi, ciğer ve arşın üçgenine sıkışıp kalıyoruz. Overrated bir lig olduğumuza itirazı olan olmayacaktır sanırım? Neyse...Asıl konumuza gelelim. Maçın 7. dakikası. Tayfun Cora sarı kart görüyor. Adama bodoslama girdiği için değil kolyesini çıkartmadığı için. Unutmamıştır, uğur falan olsun diye takmıştır. Erman Hoca'nın Amokachi için sarfettiği "malvarlığını içeri soktu" tarzı bir durum. Arkadaşım hemen şunu dedi sarı kart üzerine. İnşallah 2. sarıdan atılır. Atılmadı ama Ersun Hoca aldı Tayfun'u oyundan ilerleyen dakikalarda. Geçen sene ligimizde 1390 sarı kart gösterilmiş. 59 da kırmızı kart. Maç başı 4,54 sarı kart demek. Hakem kartı çıkaracak, yazacak, itirazları savuşturacak, oyunu başlatacak. Kart başı en az 20-25 saniye. Her devre 1 dakika kart muhabbeti yaşıyoruz yani. 1390 sarı kartın 232'si hakeme itirazdan. 77'si oyunu geciktirmeden. 10'u baraj mesafesi tantanası. 1056'sı sportmenliğe aykırı davranıştan. Bu 1056'nın %35-40 bizim TFF'nin sezon başı kart isteyene al sana kart demesinden, arkadan her türlü müdehaleye anında çekeceksin kardeşim demesinden, itiraz edene anında yapıştıracaksın demesinden, siz çoğaltın ben yazayım istersenizden...59 kırmızı kartın 38'i ise ikinci sarı karttan. Sarı kartı olan futbolcunun psikolojisi Trakya deyimi ile "tavşan boku" oluyor. Yani "ne kokar ne bulaşır". Ama bizim Avrupa'da maç yönetme rekorları kıran hakemlerimiz "otoritelerini korumaya devam ediyor"İsterdim ki Barça-Real maçında Raul'un Kanteleo'nun düdüğüne eliyle kart istediği kareyi versin spor programlarımız döndürüp döndürüp. Kanteleo aha şindi z.....belanı der gibi koştura koştura gitmedi Raul'un yanına. Otoritesini sarstı. Karizmayı çizdirdi. Hofenhaym-Şalke maçında hakemin düdüğüne illa önce bir el hareketi yaptı Hofenhym'lılar...Otorite kaçmasın diye çekmedi sarı kartını hakem. Genel duruma anında ayak uyduran Avrupa görmüş yabancı oyuncularımız, hakeme kendini attırmak içi elinden geleni yapan yerliler, hakemlerimizin yetersizliği ve her pozisyonu kitaba uydurma telaşları. Sarı karttan kusacağım artık. Sarı kartlar arttıkça kızlar ligine dönüyoruz kimse farkında değil? Sonra, çok sert bizim ligimiz. EPL'de 17 haftanın maç başı sarı kart ortalaması 3,11. Ama siz de haklısınız. EPL'deki gibi bir maç yönetmeye kalk, futbolcular da buna ayak uydursun. Varsayalım canım aaaa. Bu sefer de tribünleri durdurabilene aşk olsun. Eskişehir maçında da benzer hatalar olursa bu seyirciyi kim durduracak diye açıklama yapmış Sadri Şener. Yakışmış ligimizin genel durumuna. Hakem, futbolcu, taraftar, yönetici. Okeye dördüncü arıyorsunuz aha geldi. Basın da yandan çeteleyi tutar, yancılıktan çay kahve içer.

14 Aralık 2008 Pazar

Stankoviç ve Murat Erdoğan'ın Futbol Mantaliteleri


Önce Beşiktaş-Ankaragücü maçına gidelim. Dakika 15. Sol taraftan Murat Erdoğan iniyor. 3 Beşiktaşlı arasında pozisyon bulması imkansız ve Bambi'de tost olacak Mehmet'e topu sallıyor. Ya tutarsa zihniyeti ile. Top sekiyor ve Emreciksin'in önüne iniyor. Biz o zaman anlıyoruz ki Murat Erdoğan ya tutarsa demeden önce "Eminönü meydanında yalnız başına simit satar gibi" İnönü'de yalnız başına simit satıyormuş Emreciksin. Inter'in Chievo maçındaki 4. golünde ise sağdan Stankoviç ortada paket olacak adama değil geriden 18'i tarayan Zlatan'a atıyor. Ve artık alışılageldik bir Zlatan golü seyrediyoruz. Zlatan'ın gol vuruşunu Emreciksin yapsın demek tabi ki haddimize değil. Çok mu zor Murat Erdoğan'ın o topu 18 yayına göndermesi. Kafayı kaldırmana dahi gerek yok. Onu da geçtim. Ezbere gönder oraya. Mesele onu da yapsa o zaman Ankaragücü'nde Murat'ın ne işi var meselesi değil. Mantalite farkı. O topu geriden gelene atmaya çalış o top oraya gitmesin. Emreciksin Zlatan gibi vurmasın. Dağlara taşlara atsın topu. Pozisyonun içine sıçın hatta. Ama doğruyu yapmaya çalışın. Ortada Jan Koller'im olsa o topu geriye attırırım tüm kanat ataklarında. Defans zaten bir adamın peşinde hurraaaa iniyor altıpasa doğru. O forvet Mehmet değil de 1.60'lık Tyran Bouges olsa yine gidecek o defans oraya. Neyse...Yazdıkça konu uzuyor. Murat Erdoğan o topu altıpasın içindeki Mehmet'e atabiliyorsa yayın önünde simit satan Emreciksin'e de atabilir. Ama olay ayağında değil beyninde. Ulaşılamıyor.

13 Aralık 2008 Cumartesi

Zayıflamışız...Karakterden


Ben İngiltere'deyken...Londra'nın güneyinde aslan gibi bir takımımız vardı. Topumuzu diğer amatör takımlarla oynar, gelir SKY'da maçları seyrederdik. Güneybatı tarafında olmamızın da etkisiyle Fulham-Chelsea taraftarlarının ağırlığı fazla idi. EPL'de kendini yere atan futbolcunun maçın başından sonuna kadar ıslıklandığı afadersiniz boka sokup çıkarıldığı malumunuz. Bu genelde İngiliz takımlarının oynadığı Avrupa Kupası maçlarında daha fazla oluyor. Mahallede şahane bir çim sahamız vardı ve hergün akşam üstü toplanırdık. Bazı günler çift kale maçlar yapardık. (Snatch'in yılları. Turkish lakabının dolandığı zamanlar.) Bir Allahın kulu kendini yere atar değil mi bu maçlarda. Yok kardeşim atmıyor. Olamaz böyle bir şey dersiniz. O ayakta kalmak için verilen savaş orada da vardı. Ayakta kalmak, güçlü olmaktı. Dün Galatasray maçını seyrederken bu yaşadıklarım geldi aklıma. Futbol kültürünü Almanya'da alan Barış Özbek 1-2 pozisyonda yalandan hopladı zıpladı. Yalandan ayağını falan tuttu. Baktı ki hakem yemiyor ondan sonra gerçek futboluna dönüş yaptı. Ayakta kalayım bari ben dedi. Problem Barış Özbek'te değil elbet. Problem yetersiz hakemlerimizde. Problem futbolu bilmeyen kışkırtıcı tribünlerimizde. Problem altyapı hocalarımızda. Problem maç bittiği gibi abuk abuk röportajlar veren yöneticilerde. Yoksa problem genlerimizde falan değil. Barış Özbek, Almanya, ben, İngiltere, oradayken öyle, buradayken böyle, neden böyle?

Uğur Mumcu ve Barış Özbek

Barış Özbek’i beğenirim. Ama sağ kanat ama orta göbek ikilisinden biri olarak Galatasaray’a vites değiştirecek kapasitede bir adamdır. Kes-ver yapmaktansa rakibi bozar, mesafe kat eder. 5 metrekarelik alanda oynamaz bu mereti. Galatasaray’ın 5-6 sağ bekinden bir sağlam adam çıkmadığı için o tarafta forma giymektedir ki bana göre sağlam bir Ayhan Akman ile oranın adamıdır. Uzun sakatlığından sonra iyi maçlar çıkardı Barış. Ondan sonra da çıkıp ben A Milli Takımı hak ediyorum dedi. Akman’ın ağzımla kuş tutsam Terim beni almaz şeklinde bir açıklaması vardı hatırlarsanız. Barış Özbek ağzıyla kuş tutsa A Milli olamaz. 14 Eylül 1986 doğumlusun. Alman Ümit Milli Takımı’nda oynadın. Bundan sonrasını Metin Tekin’den dinleyelim.
“Yasa belli. Başka bir ülkenin ümit milli takımında oynadığı için FIFA’ya 21 yaşını doldurana kadar ben şu milli takımda oynayacağım diye bildirilmesi gerek. Biz 1 ay kala konuyu Barış’a bildirdik ama bir sonuç alamadık. Genç oyuncular bazen böyle hatalar yapabiliyor” Madem yasayı çok iyi biliyordunuz o zaman 15 Ocak 1984 doğumlu Turgay Bahadır’ı neden kampa çağırıp FIFA’dan haber bekliyoruz dediniz? Bu adam da Avusturya Ümit Milli Takımı’nda forma giymedi mi? Ya tutarsa mı yaptınız? Daha dün bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmuştuk artık çok şükür yorum yapabiliriz.

Seyir Zevki için At

Eğer ki yanlış biliyorsak düzeltir ve özür dileriz. Beşiktaşlı kardeşimiz Onur Şahin Beşiktaş-Ankaragücü maçını anlatıyor. Dakika 36. Altıpasın içinde Nobre 10 cm geride kaldığı için bir gol kaçırıyor. Ne diyor Onur kardeşimiz? "AT O GOLÜ NOBRE". Biz daha küçükken, Star Tv Magic Box iken, yıllar yıllar önceyken Fener ve Galatasaray Almanya'da bir maç yapmıştı. Galiba Almanya'daki ilk maçları idi. Durum şu şekilde gelişmişti. "Dayı maçı anlatan Galatasaraylı mı?" Evet Ümit Aktan. "Futbolun güzelliği için at Aygün seyir zevki için at"efsanesine benzedi bu iş.

Dakika 55


Gençlerbirliği-Galatasaray maçının 55. dakikası. Lincoln ceza sahasının sol çaprazında topun başında. Çoğu futbolcu duran topu kullanmadan ne yapar? Topun dibindeki çimleri kramponları ile ezer ki topa daha rahat yön verebilsin. Lincoln de böyle yaptı. Çimleri ezdi. Ama suni çimi ezdi. Ekran başında dur oğlum ne yapıyorsun dedim ama kendisine sesimi duyuramadım. Yapmış olduğu o hareketin topun direkten dönmesinde etkisi var mıdır yok mudur orasını bilemiyorum tabi. Ama o çimler Ali Sami Yen'deki gibi ezilmemiştir orasını biliyorum. Eski alışkanlıklar işte. O çimler ezilse de ezilmesi de farketmez. Lincoln toprak sahada çocuklarla top oynasa dahi o hareketi yapar. O kareyi bulamadım kusura bakmayın.

Arda Turan (sent it)


Detaylarda kaybolmak diye birşey yoktur aslında. Detayları anayola bağlayamamak herzaman sorun çıkarmıştır insanoğluna. Son 2-3 maçtır bir değişim seyrediyorum. Tabi buradan bana görünüyor da olabilir. Arda Turan kafasına Galatasaray'dan daha büyük bir takımda oynamayı koymuş gibi oynuyor. Bu oyun Galatasaray taraftarını memnun etmese de. Soldan bağla, 3 kişiyi dola, onu çarşıya bunu pazara yolla olmadan taraftarı memnun etmek hayli güç. Arda'nın 15-20 gün önceki fiziksel tükenişi yavaş yavaş toparlamaya başlamış gibi duruyor ama benim asıl yazmak istediğim bu değil. Arda son maçlarda oyunun her iki tarafını da oynamaya çalışıyor. Hem de Arda'nın eski haline göre haddinden fazla. Ekrandan benim kadrajıma girenler bunlar. Arda aslında Arsenal'de, Real'de, Chelsea'de oynaması gerektiği gibi oynamaya çalışıyor ve bu da hücum gücünü bir nebze de olsa azaltıyor. Birilerine yavaş yavaş mesajı göndermeye başlamış gibi. Hakan Balta herhelde en rahat zamanlarını geçiriyordur. Şimdiye kadar Arda'dan gelen böyle bir destek bonustan öte geçmiyordu çünkü. Aman böyle oynasın. Yoksa Hasan Şaş'ın modifiyesi olarak kalacak ki oturup ağlarım bu yeteneğe. Arda'nın hücum performansı düşmüyor, Arda oynaması gerektiği gibi oynuyor.

11 Aralık 2008 Perşembe

ELM Sokağı (Milano)


Neden olmuyor acaba? Olmayan ne kardeşim? Olmayan bir şey yok. Adam Serie A’da 6 puan farkla lider. CL’de de 2. turu gördü. Sorun ne? Werder Bremen-Inter maçı beni epey gerilere götürerek Mourinho’nun Chelsea zamanlarını analiz ettirdi durdu. O farkında değil mi sanki? İstediği gibi oynatamıyor takımı…Olmayan Mourinho’nun istekleri, yapamadıkları. Elinde aşk şiirleri yazdığı Zlatan ve Adriano tosunu var. Mancini ve kariyer yaptırmaya çalıştığı Karizma Quaresma var. Ama onun için kazanmak önemli değil. Ondan daha önemlisi takımının istediği gibi oynamaması. O bir tane Drogba koyar, onun yanına da 2 tane koyar. Zlatan küser, Adriano diskoya gider ama Mourinho istediğini yapar. Aşk şiirleri yazdığı ve ömürlük sözleşmeler sunduğu Zlatan’la arasını o zaman görürüz ki o işi saha içinde değil saha dışında idare etmek asıl Mourinho’nun görevi. Eğer hala ah ah Lampard-Makalele ve Essien’i nasıl oluştururum diye oturup matematik yapıyorsa hesabı kitabı bırakmasını öneririm. Daha iyisi Mars’ta denen efsane üçlünün içine yeri geldi Tiago girdi yeri geldi Robben girdi. Hatta Gudjhonsen girdi oralara. İlk sene Drogba desteği için Duff dedi istediği verimi alamadı. Robben’de istediği adam değildi aslında ama J.Cole ile beraber Drogba’yı destekledi. Hatta çoğu CL maçında Gudhhonsen ile de destekledi oraları. En son Bremen maçına gelirsek…Adriano, Mancini ve Quaresma. Bu 3’lüye siz bu adamın sabrettiğini mi düşünüyorsunuz? Çıldırıyor ama yapacak bir şeyi yok. Essien-Makalele-Lampard’ın yerine Bremen maçında Muntari, Cambiasso ve Zanetti vardı. Bu 3’lü Viera ve Stankoviç ile 5’leniyor ve 5’in 3’ü oluyor. Bu 5’in 3’ü Makalele-Lampard ve Essien oluyor mu? K……yırtsan olmuyor. Olmayan (ELM:Essien-Lmapard-Makelele) ELM’i (Zlatan’ı esas çocuk kabul edersek) Quaresma, Mancini, Adriano, Bolatelli ile halletmeye çalış dur. Üstü kaval altı şişhane. Ha bu arada yine araya sıkıştıralım ki olmayan Mourinho’nun oyunu domine eden, rakibe çökmeye çalışan oyun anlayışı. Buyurun Werder Bremen maçı. Dakika 75 olmuş hala, bitse de gitsek anlayışı. Mourinho’ya bunları anlatmak biraz bilmem kime bilmem ne öğretmek gibi oluyor. Yoksa benim için her şey yolunda. Bu takım bu kadar oynar. Garibim Drogba sanki ihtiyaç varmış gibi ELM’e yardım ederdi. Hem ofansif hem defansif anlamda bir Robben bir J.Cole yapıyor mu Mancini-Quaresma ve Adriano…E o da olmuyor…E o olmuyor bu olmuyor ne olacak? Eğer bu takımın başında bu adam 2 sene daha kalacaksa ufak ufak yediği transfer nanelerini temizlemeye başlayacak, olmayan yerleri olduracak transferler yapacaktır. Chelsea’de de yaptı bu hataları yapmadı değil. Aldı, beğenmedi, gönderemedi kadroyu şişirdi. Del Horno’ya taktıydı bi ara…Bridges bile oralarda oynadı…Gallas’ı sol bek yaptı…Taktı mı takar bu adam. Drogba gelecek, ona destek birileri gelecek. Olmayan 5’liye birileri gelecek. Deneyecek. Böyle yaşayamaz bu adam. Önümüzdeki 2 sene Moratti ile işler yolunda giderse yediği naneleri temizleyecektir. DİYECEĞİM BU TAKIM SERİE A ŞAMPİYONU DA OLSA AYNI SENE CL’Yİ DE ALSA (orası biraz zor ya) İSTEDİĞİ FUTBOLU OYNAMATADIĞI SÜRECE YUKARIDAKİ ÇOMAKLARI TEKERLERE SOKACAKTIR MOURİNHO…

29 Ocak 89


29 Ocak 89 Rıdvan'ın Altay'a "Alberto Tomba" golü attığı maçın tarihi. O zamanlar da maç sonrası güzel açıklamalar geliyormuş. Fenerli Önder maç sonrası şöyle demiş "Rıdvan'ın attığı golü bende atarım o plaseyi yapmak kolay. Ama plaseye kadar Rıdvan'ı dublör olarak kullanırdım." Rıdvan'ın Rıdvan olduğu ve 19 gol bilmem kaç asist yaptığı sene. Bir çırpıda kadrosu sayılan takım.

Ticarete Atılmak...MR işi


“Müzmin sakat değilim”. Öylesin ya da değilsin. Senin durumun biraz "görünen köy Alibeyköy” idi ya neyse. Konumuz ticaret şu an. Endüstriyel futbolun nimetlerine doğru kayış. İlk Porto maçında oynamadın. Ramazan Bayramı’ndaki Kiev maçında oynadın. Sonra 2 Arsenal maçında yoktun. İçerideki Porto maçının 45. dakikasında baldırını tuta tuta çıktın. Denizli’ye gol attın. 5 gün sonra Kiev’e götürülmedin. Müzmin sakat değilsin. Elimde Newcastle macerasının da sakatlanma raporları da var ama epey zamanımı aldıktan sonra neyi ispatlayacağım ki diyerek girme gereği duymadım. Sorun tabi ki Emre Belözoğlu değil. Nasreddin Hoca’nın gölü mayalamaya çalışan zihniyetinin Fener yönetimine sirayet etmesinde. “Ya tutarsa” anlayışında. Biz yine şu ticaret konusuna gelelim. AROG’dan sonra işe bu şekilde bakmak daha sağlıklı oluyor. 2-3 idmandan sonra zaten bu MR makinesine giriyorsun ve çuvalla para kazanıyorsun. (tabi ki sana kızmıyorum. Hata sende değil seni sevende) Al evine bir MR makinesi. Hastanelerle görüş ve kampanyalarından faydalan. Şimdiye kadar ödenen paralarla bu işin ticareti yapılırdı. Acıbadem Fenerli falan ama adam da bir yere kadar kaldırır bu müsrifliği. Futbolu bıraktıktan sonra bu işe gir derim. Özeller 150-200’den aşağı MR çekmiyor. İnanılmaz bir sömürü düzeni var. Kılı dönse MR istiyor doktorlar. Ama anlaşmalı olduğu MR Görüntüleme Merkezleri’nden. Artık tecrübelendin. Hem “bu iş tehlikeli hocam diyen hastaya” sen benim vücudumdaki radyasyon oranını biliyor musun kardeşim deme şansın da var. Aklında olsun. Senin top oynayacak durumun yok anladığım kadarı ile.

7 Aralık 2008 Pazar

Özgür Yankaya

Özgür Yankaya Edirne Lisesi'nden. Aynı dönemiz diyebiliriz. TSL'de başarılı bir orta hakem olmak için çabalıyor. Dün Beşiktaş-Ankaraspor maçının 4. hakemi idi. Bugün ise Edirne'de 25 Kasım stadında oynanan Ayşekadın-Anafartalar maçının (1. amatör mücadelesi) orta hakemi. Umarız TSL başarılı bir orta hakem kazanır. Fotoğraf TFF'den. Kusura bakmayın.

AROG ve Fenerbahçe


CMYLMAZ'ın AROG'unda Fenerbahçe etkisini ayan beyan görmek mümkün. Özellikle araya sıkıştırılmış Deyvid'in "yengeç dansı" ve Rıdvan'ın klasik "gol olur" repliği bilmeyenler için yırtık dondan çıkar gibi olmuş diyebiliriz. Cem Yılmaz Rıdvan'ı taş devri insanı gibi çıplak oynatayım demiş ama yememiş. Dediğine göre Rıdvan kabul etmemiş. Rıdvan'ın gol olur repliğinde ensemde ohaaaooo'nın sıcak nefesini hissettim ki dönüp giydiriyordum "üzerine gül lan" diyerek. 2008'den 1 milyon yıl öncesindeki toprak sahada Adidas top ve AROG'lular için özel olarak hazırlanmış 3 bant kramponlar gayet başarılı "irrite etmeyen" product placement'lerdi. Karşı takımın Zico'lu Eder'li kadrosunda yer alan Carlos'la (ki Roberto'dur kendisi) ilgili küçük bir detay geçmek isterim. Penaltı pozisyonunda Carlos'un sağ ayağıyla penaltı attığını, filmi 5000 kere izlediğini ifade eden Cem Yılmaz'a göndermek istiyorum. Ha diyeceksiniz ki o zaman, Roberto'nun penaltı atmışlığı mı var be kardeşim diye ama ne yapayım "şeyten ayrıntıda gizlidir". Aceto bloguna zamanında Giggs'in bir fotoğrafını koymuştu. Eşofmanının altından t-shirti görünmekteydi ve Nike'nin logosuna benzeyen bir kıvrım almıştı t-shirt. O zamandan beri bu ayrıntılar biraz fazla üzerime yapışmış durumda. Kurtaramıyorım kendimi. Filmin içinde Banu Güven ablamız da NTV ekranlarından arz-ı endam etmekte ki "şimdi spor haberleri" diyerek Burcu Esmersoy'a bağlantı yapılsaydı güzel bir geçiş sağlanmış olabilirdi. NTV Spor'da nasiplenmiş olurdu bu güçten. Neyse...Carlos'a sağ ayağıyla penaltı attıran adam sizi güldürmeye çalışıyor. Futbol her yerde. Her Yerdeyiz Allah'ın izniyle.

6 Aralık 2008 Cumartesi

Gol Sevinci (Emre)

Daha önce benzer gol sevinçleri adlı bir yazı girmiştik. Dün Emre de golünü benzer şekilde kutladı.

5 Aralık 2008 Cuma

Bir Trakya Masalı (Nostalji)

Bayram gelmiş yahu. Bayramlara yukarıdaki şişeyle giriş yapılır genelde. Aşağıdaki de eşlik eder kendisine. Sakız Hanım ile Mahur Bey misali. Aralarının bozulduğunu abartmadıkları sürece pek görmedim. Zaten abartınca da kahveye koşarsın ki dostlukları pekişsin. Zamanında yazdığımız bir yazıyı arşivden çıkaralım dedik. Kahvenin altına iyi gider.

“Adaş nabuyun be?” diyerek başlar soru ve “iyi be adaş sen nabuyun? diyerek cevaplanır. Soruya soruyla cevap verilir anlayacağınız. Bu replik hiç değişmez Trakya’da. Repliği de bırak herkes adaştır birbirine karşı Trakya’da. Mehmet, Mehmet’e de adaş der Ahmet’e de adaş der. Herkes “Aga” olur. “Agacım nabuyun be?” tümcesi, “Agacım sana birini sorcam Domurcalı küyünden” tümcesiyle hiç tanımadığınız birine köy meydanında da sorulabilir. Yadırganmaz. Eğer tanınılıyorsa anında cevap verilir. Çiftçisi bol olduğu için hava tahmin raporları ve mevcut hava durumu hakkında yorumlar köy kahvelerinde bitmek bilmez. Saatleri alabilir. Hele hele kaldırılmayan ürün varsa aman aman. Bünyamin Sürmeli gelip “yeter be ya” diyerek %100 ne olacağını açıklasa dahi hava üzerinden yorumlar bitmez. Geçmiş yıllardaki hava durumu efsaneleri sürekli anlatılır. Hangi köy kahvesine girerseniz girin “Trakyalı olduğunuz hemen çıkarılır”. Sen kimin çocuğu be? sorusu meşhurdur bu tanışma aşamalarında. Kahvede bulunan hemen hemen herkes tekrarlı “hojdeldiniz hojgeldiniz” demeyi ihmal etmez. “Ne arıyo bunlar burada be ya” tadında rahatsız edici bakışlar pek olmaz. Alkolü bol olduğu için kavga gürültüsü de olur. Bir kavga çıkar üst mahallede kol kırıktır, alt mahallede ise turp gibidir kavganın kahramanı. Çiftçilikten kaynaklı özellikle kış mevsimi zaman bol olduğu için erkekler arası dedikodu hiç bitmez. Trakya’da erkekler daha dedikoducudur. İtiraz eden olmaz sanırım. Özellikle pazara gidilir ve pazarda gezilir. Niye? Çünkü köyden manitalar gelir de ondan be ya. Pazarda iki erkek elinde tek torba poşet olmadan dolaşır. Hele iki güzel kız var da her kesişme noktasından karşılarına çıkılır. Manitalar da göz gibi bakar pazara gelmeye o da ayrıdır ya neyse. Berber, kahve, lokanta, lokal, dernek, kooperatif her nereye girerseniz girin Atatürk’ün resmi ikişer üçer asılıdır. Türk bayraklarını bolca görmek mümkündür esnafta. Hatta traktörde. “Ah be demiş Kemal Agam olsaydı şimdi böyle olmazdı. Ah be demiş şöyle olmazdı. Öyle Kemal Agam, böyle Kemal Agam. Dayanamamış sormuş dinleyen. Kim demiş senin Kemal Agan? Şaşıran bir yüz ifadesiyle “Atatürk be ya.” diyerek cevap gelmiş. Bitmeyen muhabbetler. Alkol almak için zaman ve mekan hemen yaratılır hiç problem olmaz bu tip şeyler. Sorun yaratmaya değmez. Nabuynuz? denilirse mazot aluyuz şekline bir cevap gelmesi kuvvetle ihtimaldir. Atatürk de çok içermiş be ya diyerek bir güzel altlık yapılır duruma. Unutmadan küçük olan herkes de “yiğenim” diye çağrılabilir. Mahsuru yoktur. Boşnakça ve Pomakça konuşulan köyleri çoktur ama Türk Bayrağı ve Atatürk posterinin altında yapılır bu konuşmalar. Art niyet yoktur. Genelde bölge halkı Bulgaristan’a gitmeye meraklıdır ama Bulgaristan denmez. Bulgar’a gidiyorum denir. Particilik muhabbeti yıllar biter ama bitmez. Hele birileri başka partiye geçtiyse aman aman. Soğuğuna alışık olmayanlar epey bi afallar? Ben şurada kaldım, burada askerlik yaptım diyerek başlar ama Trakya ayazını yiyince “valla Erzurum bu kadar kesmiyor” laf arasına sıkıştırılır. Gerer adamı. Yüz felcine müsaittir. Hatta bu tip erkeklerin rüzgarı alan merayı çıkartılması uygun olur ki ısınmak için cigara yakmak mecburiyetinde kalsın. O ona yeter. Çoğu göçmendir bu toprakların. Boşnak, Pomak, Arnavut, Bulgaristan muhaciri, Selanik göçmeni gırladır. Alevi köyleri de vardır. Güzeldir memleketim. Herkesin memleketi gibi.

4 Aralık 2008 Perşembe

Ne Yazar?


Galatasaray Berlin'i fethedince (biz de spor gazetesi medyasına döndük) 2000 yılının bir manşeti geldi aklıma. Ohahaa şeklinde hatırlananlar vardır, bir de küfür ederek hatırladıklarımız. Hani 90'ların ikinci yarsından sonra spor gazetelerinin de etkisiyle diye başlayan cümleler kurarız. Oraya geleceğim. Dün iş gereği Ankara'ya gittim. İsmail Abimizle beraber bir iş gezisi. Futbolla fazla alakası yok. Kıyısından Fenerli. Bir hikaye anlattı ki bugün yaşadıklarımızı alır, çırpar, çırpar tuş eder. Onun ağzından dinleyelim. "25-30 sene önce Fener'e Romen takımı çıktıydı. Arges Piteşte mi ne? Eeee abi. İlk maçı Fener orada 2-0 kaybetmişti. Eeee. Orada galiba bazı olaylar yaşanmıştı ve ortam biraz gerilmişti. O gün maçı radyodan dinleyemediğim için ertesi günü ilk işim bir gazete almak oldu. Bizim Fener 5-1 kazanmış. Gollerin 3'ünü Cemil Turan birini Mustafa birini de yanlış hatırlamıyorsam Ogün attıydı. Napiim Abi. Gazete şöyle devam ediyordu. Çocuklardan 3'ü Cemil'in diğer ikisi Mustafa ve Ogün'ün. Ohaaa İsmail Abi. Valla be oğlum aynen böyle" İsviçreli futbolculara ruj sürüp "futbol erkek oyunudur buyrun er meydanına" şeklinde atılan manşetten pek de farkı yokmuş 25 sene öncesinin. Neyse asıl bize bu yazıyı yazdıran manşete gelelim ve 8 sene öncesine gidelim. Galatasaray Hertha Berlin'in 4-1 yener, Star gezetemiz manşeti çakar. HER TARAFIN BERLİN OLSA NE YAZAR?

3 Aralık 2008 Çarşamba

Keser döner sap keser

D Smart kendini şımartta Karameehmet'in Skytürk'ü 95. kanalda. Grubun kanalı CNN 30'da, NTV 31'de. Habertürk ve 24 kanalı da bu aralarda. Yaklaşık iki seneden bu yana iki grup arasında yaşanan husumetten kaynaklı Turkcell reklamları Doğan Grubu TV'lerinde yer almıyor biliyorsunuz. Öteki tarafta Yaprak Dökümü olduğu için sesimizi fazla çıkaramıyoruz malum. Kitlenip seyrediyorlar. Ben de Galatasaray maçı başlayana kadar Efes-Partizan maçını seyredeyim dedim. Ne hikmetse geçen hafta yağmurdan dolayı maç zamanı Skytürk sinyalinde sorun vardı bu hafta da gece yıldızlar sayılıyor diye sinyal seviyesi düşük. Doğan Grubu bu küçük hesapları ile Çukurova Grubu'nu mu cezalandırıyor yoksa kendi müşterisini mi bilemiyorum. Bu ülkenin 2007 yılı reklam harcamalarının 3 milyar 300 milyon YTL olduğunu ve 2008 kapanışının 3 milyar 595 milyon YTL olacağını öngörürsek bu rakamları daha gerçekçi değerlendirmek gerekir. 16.000-17.000 reklamveren yarattığı bu sığ sularda yüzmeye devam ediyor. Hangi 2 digital platformdan bahsediyoruz. TSL kimdeyse digital platformun ekmeğini o yiyecektir. Dolayısıyla böyle küçük hesaplarla müşterileri cezalandıracak küçük hesapların kime ne faydası vardır bilemiyorum. Yapmayın etmeyin...Keser döner sap keser, hesap döner.

2 Aralık 2008 Salı

Venedik


Vendik sular altında ama dayıların keyfi bulutların üstünde. S.S Calcio Venezia desen o da sular altında, Serie C..

Racon


Lincoln psikolojisi üzerine kalem sallamak kimseyi haklı çıkarmayacaktır. O psikolojiyi farklı açılardan yaşayan biri olarak bir iki kelam etmek istedim sadece. Bu konu biraz nereden tutacağınıza bağlı. Lincoln’ün beynini açıp "sen o an neler düşünüyorduna bakma" gibi bir şansımız yok. Ama ne düşündüğü belli. İşi …….vurmuş durumda Lincoln. Zor bir maçın psikolojik rahatlamasını kendi karakteri ile örtüştürmüş durumda. Ben Lincoln olsam yapar mıydım? Yapmazdım. Neden? O zaman maçtan önce “her takımın gücüne saygımız var demek anlamsız olurdu” bana. Prekazi ve Kovacevic’in 4-3’lük Fener maçında sırasıyla röveşata yapmalarını aklıma getirdi Lincoln. Sahadaki şovu Galatasaray mağlupken yapsan “havan kime güzelim” derler, Galatasaray galipken ise “rakibe saygısızlık” olur bunun adı. Sıkıntı biraz da Hacettepeli oyuncuların bu maçı alabileceklerine dair ışığı görmüş olmaları kırmızı kart gelinceye kadar. Böyle aymaz bir Galatasaray’ı bir daha ne zaman bulursun ki? Ya da kendi kendinin ipini nasıl çekersin? Lig başlamadan önce sıfır yazdığın maçı kazanmanın direğinden dönüyorsun. Hem de kendi kendi yakıyorsun. Sonra da birileri sahada çalıyor ve oynuyor? O an ne düşünürsün? Sinirin zaten tepende. Lincoln o hareketleri maç berabere iken yapar mıydı? Yapmazdı. Dünyanın her liginde rakip takım bunu küfür olarak algılar. Ama git adama geçir değil ki Erman kardeşim bunun yansıması. Basarsın delikanlı gibi, topunu kapmaya çalışırsın. Kendine daha fazla küfür ettirmezsin. Sahada o an görevini yapmayan bir hakem yok ki sen racon kesiyorsun. Neden sektiriyorsun topu Lincoln’cüğüm al sana sarı mı diyecek hakem. Herkes Miroğlu memleketimde. Delikanlılığın tanımını herkes kendi sözlüğünden okuyor.