31 Ağustos 2008 Pazar

Barcelona ve Guardiola


Milan'ın başına gelenler Barcelona'nın da başına geldi bu hafta. Numancia Barcelona'yı kendi sahasında 1-0 mağlup etti. Sadece 45 dakika maçı seyredip GS maçına bağlandığım için 45 dakikalık bir görüntü çizebileceğim. Zaten çok da kısa olacak. Geçen seneden farklı ne var derseniz D.Alves var. Deco olmadığı için de Yaya daha fazla oynar. Iniesta, Xavi ve Yaya yükü çekmeye çalışıyor. Messi, Henry ve Eto'o hücum hattı. Ben pek bir değişiklik göremedim. Yeni transferler Hleb, Keita ve Cacares ilk maçta Guardiola'nın yanında oturdu. Görüntü bildiğimiz görüntü idi.

Ayyıldızlı Takımlarımız


GS-Kayseri Süper Kupa finalinden sonra yazacaktım ama Kayseri-GS maçına nasip oldu. Ayyıldız taşıma hakkı Galatasaray ve Kayserispor'da. Biri Turkcell Super Ligi biri de Fortis Türkiye Kupası Şampiyonu oldukları için hakettiler Ayyıldızı. Ayyıldız Kayseri'nin sol göğsünde, Galatasaray'ın ise sağ göğsünde. Demek ki bunun belirli bir standardı yok. Yok ama keşke Galatasaray da Kayseri gibi kalbinin üstünde kullansaydı Ayyıldızı. Bence daha anlamlı olurdu.

Liverpool'un Zor Zamanları


Liverpool 13 Eylül günü Anfield'de Man U'yu konuk edecek. Dünya Kupası Grup Eleme maçlarına en çok hangi kulüp sevindi deseniz herhalde bunun cevapı Liverpool olur. Gerard'ı daha önce kaybeden LFC bugün de Villa Park da Torres'i kaybetti. Torres dizinden sakatlandı. İki kelimeyle diyeceğim "bünyesi kaldırmaz" LFC'nin. 1 Eylül günü kontrolden geçecek Torres'in ne kadar sahalardan uzak kalacağı belli olacak. Beklenen 7-10 gün arası. Bu ara yaraları sarmak için iyi bir zaman LFC için. Man U maçından hemen sonra takımın Marsilya'ya uçacağı da göz önüne alndığında Rafa Benitez'in zor zamanları başladı diyebiliriz.

Napoli-Roma Maçı


7 yıldır husumet sebebi ile taraftarsız oynanan Roma-Napoli maçına tren bileti bulamayan Napoli taraftarları treni gasp edip Roma'nın yolunu tuttu. 250 yolcu da Roma'ya ulaşamadı. Trene mi bilet bulamadılar yoksa paraları mı yoktu orasını bilemiyoruz. Sezonun ilk maçı. Olaylar erken başladı İtalya'da.

Hakemlerimiz


2000 yılında GS UEFA Kupasını ve Süper Kupa'yı kaldırdı. FB geçen sene Şampiyonlar Ligi'nde çayrek final oynadı ve GS'nin başarısını tekrarladı. Her sene bir takımımız öyle ya da böyle Şampiyonlar Ligi'ne kalıyor. Gönül çok daha fazlasını istiyor ama maalesef şimdiye kadar elimizde bunlar var. Sürekli tartıştığımız ve bazen de kantarın topuzunu kaçırdığımız hakemlerimiz nerede? Milli takım Avrupa 3.sü. Grup maçı yöneten Türk hakemi var mı? ŞL'de gruplarda maç yöneten hakemimiz var mı? UEFA'da maç yöneten hakemlerimiz var. Cüneyt Çakır Deportivo-Hajduk Split, Selçuk Dereli Slovan Liberec-MSK Zilina, Fırat Aydınus ise Napoli-Vllaznia maçlarını yönetti bu sene. UEFA Cüneyt Çakır'ı 6 Eylül'deki Andorra-İngiltere maçı için atadı. Bunlar güzel de hala Ahmet Çakır'ın Santra'da Bordoaux-Milan maçındaki efsanelerini mi dinleyeceğiz?


Gürcan Bilgiç: Ahmet Abi Zidane'ye Milan maçında asisti sen yapmışsın diyorlar öyle bir efsane dolaşıyor oratada.


Ahmet Çakar: Yok öyle bir şey. Top bana çarptı ama yön değiştirmedi. Sonra birinden birine, birinden birine gitti gol oldu.


Gürcan Bilgiç: Ama öyle diyorlar.


Ahmet Çakar: Attıysam ben attım. Zidane ortaladı. Costacurta ile Ancoletti'nin arasından çıkıp kafayı vurdum. Var mı?

Programın bir tarafında Ahmet Çakar Fransa Başkanını odadan kovuyordu, kimsin diye...Bıraktım oralarda.

Düzeltme


http://theneretva.blogspot.com/2008/08/st-kimlik-alt-kimlik.html Baktım ki formanın sırtının en tepesinde Bayern yazıyor böylece linkteki yazım geçerliliğini yitiriyor. Düzeltelim istedik. Hertha Berlin'in de en sırtının en tepesinde Berlin yazıyor. Bu sistemin tüm Bundesliga'da uygulandığını düşünüyorum. (Valla bütün takımların maçlarını seyredemedim ne yalan söyleyeyim) Neden bizim ligimizde bu uygulama yok diye soralım o zaman? Olsa daha iyi olmaz mı? Aslolan Bayern'dir, Kayserispor'dur, Sivasspor'dur. Sonra gelir Topuz, Altıntop, Yılmaz.

Ancoletti ve Zeman


18. dakikada D.Vaio'nun golüne 41. dakikada Ambrossini'nin golü yetişti. Ama 79. dakikada gelen Valiani'nin golü Milan'ı sezonun ilk haftası mağlubiyetle tanıştırdı. Milan taraftarının aklında da 15 dakikalık Ronaldinho resitali kaldı. Büyük ihtimalle stattan çıkarken Kaka ve Nesta'nın son durumlarını birbirlerine sormuşlardır. Özellikle Antalyaspor'un komik basın açıklamasından sonra gündemimize giren stadyumlardaki sigara yasağı İtalya'ya da pek uğramamış gibi. Bologna'nın 79'da gelen golü sonra Carlo Ancoletti daha fazla dayanamayarak cigarasını yaktı. İtalyan yönetmen de çoluk çocuk seyreder demeden zoom yaptı Ancelotti'ye. Tribünü falan tartışırız tartışmasına ama yedek kulübesini tartışacak durumumuz yok. Hadi durumun Fener zamanlarındaki Zdenek Zeman gibi olsa hak vereceğim sana ama oralara daha var. Gerçi Zeman Lazio'da da cigarasını eksik etmezdi yanından. 10 dakika daha bekleyemedi Carlo. Çok darlandı çok.

30 Ağustos 2008 Cumartesi

Kenan Başaran'ın Yazısı

http://www.medyatava.com/haber.asp?id=46989 Sn. Kenan Başaran'ın Referans'ta yazdığı yazıya medyatava'da rastladım. Ülkemizde yayınlanmakta olan 13 lig, bu liglere kanallarımızın ödediği paralar. Sizlerle paylaşmak istedim.

UEFA Süper Kupa


Şampiyonlar Ligi'nin başlangıç tarihine kadar gidip 1992'den 2008'e Süper Kupa'yı kimler kazanmış merak ettim. Daha doğrusu merak ettiği şu idi. Şampiyonlar Ligi şampiyonları mı önde yoksa UEFA Kupası Şampiyonları mı? 92-08 yılları arası UEFA Kupası Şampiyonları 9-8 önde. Zenith'in dün akşam kupayı alması dengeyi UEFA'cılar lehine bozdu. Bu yıllar içerisinde Şampiyonlar Ligi şampiyonu olarak 3 final oynayıp 3'ünü de kazanan Milan'ı bu kupada ayrı bir yere koymak gerek. UEFA'cıların 9 skoru da farklı takımlardan. Parma, Barcelona, Chelsea, Lazio, Galatasaray, Liverpool, Valencia, Sevilla ve Zenith...Değişik bir istatistik...

Porto ve Platini


UEFA Başkanı Michael Platini'nin Porto'nun Şampiyonlar Ligi'ne katılmasını spor ahlakı ile bağdaştıramadığına diar açıklama yapması Fenerbahçe için olumlu bir gelişme. Spor Tahkim Mahkemesi (CAS) tarafından iptal edilen 1 yıllık ceza için Platini şöyle devam etmiş. Rüşvet olayına karışmış bir kulübün Şampiyonlar Ligi'nde olması mantıklı değil ama karara saygılı olmak durumundayım. Fenerbahçe şu anda UEFA için önemli bir takım. Geçen seneki başarılarından dolayı yükselen bir değer. Futbolu çeşitlendirip İngiliz, İtalyan ve İspanyol kulüplerinin hemogonyasını arada sırada kırabilecek bir kulüp olarak bakıyorlar Fenerbahçe'ye. Bu onların bakış açısı tabi ki...Olur olmaz orası meçhul. Bu bakış açısının oluşmasında Şenez Erzik'in de parmağı var. UEFA Finalinin Kadıköy'de olması ve Platini'nin Kadıköy çimlerinde Zico ile top sektirmesi hep bu bakışın desteklenmesidir. Uzun lafın kısası, PORTO Platini'nin kara listesinde. Bu da Fener için iyidir. Kimse her sene çeyrek finalde Chelsea, Liverpool, Man U, Real Madrid, Barcelona, Milan, Juventus, Bayern istemez. Türk takımı istemezuk der bunlar devri bitti. Heyecan lazım.

Premier League Seyretmek Hiç Bu Kadar Zor Olmamıştı


NTV'den TV8'e geçtiğinde epey üzülmüştük. Artık Kosova'nın ağzından Liverpool maçı dinleyemeyecektik. TV8'den Fox'a geçtiğinde de üzüldük. Ölçülen bir kanal olan Fox'un lig ilerledikçe ligi rating kurbanı yapacağı besbelli idi daha en başından. Öyle de oldu. Son haftalarda neredeyse sadece Tuncay'ın maçını verir olmuşlardı. Özellikle pazar günü 18:00'e denk gelen maçlar rating kurbanı oldu. Bu sene Digitürk aldı Premier League'yi (PL) Saran'dan. Artık açık kanaldan PL seyretmek de böylece sonra erdi. Elimizdeki nimetin farkındaydık aslında ama yazık ettiler bize. Aylık 22,90 YTL'lik Ekonomik paketle ne Turkcell Super Ligi ne PL'yi seyredebiliyorsun.68,80'lik Ekospor paketi ile Lig Tv evinde. Ama bu paketle de PL'yi ve Beko Türkiye Basketbol Ligi'ni(TBL) seyredemiyorsun. Geçen sene NTV'nin 1 milyon'un altında satın aldığı TBL 7-8 milyona Digitürke gitti. İnanılmaz bir alışveriş. Bunu TFF'nin D Smart'a yapabildiğini düşünsenize. Hah aylık 84,80 YTL ödeyerek rahat edeceğiniz bir paket var. Spor Paketi. Lig Tv'ye ek olarak PL ve TBL'yi de izlemek isterseniz fazladan 16 YTL ödemeniz gerekecek. 84,80*9=763,2 YTL. İngiliz aylık 36 sterlin yani 77,4 YTL ödüyor PL'yi seyretmek için.(http://acetobalsamico.blogspot.com/2008/08/futbol-aknn-bedeli.html) Hazıra konduk, teşekkürlerimizi iletiriz. Diyeceğim şudur ki PL'yi izleyelim izlemesine ama İngiliz'den de pahalıya seyretmeyelim. Benim canımın sıkıldığı nokta burası...Lig benim değil ayrıca benim İngiliz kadar param yok.

29 Ağustos 2008 Cuma

Josico ve İspanya Milli Takımı


Şekip Mosturoğlu: Josico eğer sakat olmasaydı Euro 2008 kadrosunda yer alacaktı.

Neretva: Bundan eminim ama bana şimdiye kadar Josico'nun kaç kere milli olduğu ile ilgili bilgi verebilir misiniz?

Şekip Mosturoğlu: Eeeee öööö

Neretva: U21 takımı ile Avrupa Şampiyonluğunu kazanan bir oyuncu.

Şekip Mosturoğlu: Hımmm.

Neretva: Başka sorum yok.

Rafa Benitez'in Korkusu


Rafael Benitaz gruplarında yer alan Atletico Madrid'i şimdiden grubun kendileri için en zor takımı ilan etti. Vicente Calderon atmosferini överek aynı Liverpool taraftarı gibi itici güç olduklarını söyledi. Aynı zamanda kendi gruplarını da ŞL'nin en zor grup olarak nitelendirdi. Kadrosunda Sinama Pongolle ve Luis Garcia gibi Liverpool'un eski oyuncularını da bulunduran Atletico şimdiden grubun istenmeyen çocuğu durumunda. 4. gruptan gelmesi sebebi ile hiçbir takımın grubunda görmek istemediği Atletico ön eleme maçında Schalke 04'ü 4'ledi. Piyango Liverpool'u vurdu. Agüero, Forlan ve Pongolle'nin Liverpool'un başını ne kadar ağrıtacağı tartışılır ama maç seçen Luis Garcia ve Maxi Rodriguez Atletico'nun önemli silahları. Ujfalusi de geçen sene defansta yaşanan sorunları bir nebze de olsa giderdi. Bekliyoruz. Özellikle Torres'in Calderon'da neler yapacağını.

Parayı veren?


Riera Benitez'in ısrarlı sol kanat arayışları sonucu Anfield'in yolunu tuttu. Liverpool bu transfer için Espanyol' 8 milyon pound ödeyecek. Liverpool şehrinin diğer takımı Everton Riera için 12 milyon pound tekli etse de transfer gerçekleşmedi. Riera ben Liverpool'da oynarım Everton'da değil dedi. Espanyol da 4 milyondan oldu...

Saha Everton'da


Louis Saha Everton'la 3 yıllık (1 yılı opsiyonlu) anlaşma imzaladı. Man U'da 214 maçta 42 gol atan Saha 18 kez milli ve milli takımda 4 golü var. Everton'un bu sezon Lars Jacobsen ve Segundo Castillo ile 3. transferi olan Saha 2004 Ocak ayında Man U'ya neredeyse 13 milyon pounda transfer olmuştu. Yakubu ile iyi bir ikili olacağını düşünüyorum. Bu sezonun her 2 maçında da gol atan Yakubu biraz rahatladı diyebiliriz. The Guardian öyle diyor...

Fener ve Grubu


Fener'in grubunun geçen seneden daha kolay olduğuna dair bazı iddialar üzerine fikirlerimizi yazalım dedik. 1. torbayı olduğu gibi alıp bir tarafa koymak gerek. O torbadan kimi çekseniz başınıza iş alırsınız. Fener'de olsanız, Porto'da olsanız. Çok da ayırmamak gerek. Önemli olan şu...Arsenal, Porto ve Dinamo Kiev futbolu Fener'den daha hızlı oynayan takımlar. Daha iyi takımlardır, defansları daha iyidir, forvet hattı kuvvetlidir demiyorum. Bunları bir kenara koyalım. Daha hızlı takımlar. Quaresma'nın Inter'e gitmesi Porto'yu ne kadar yavaşlatsa da Fener'den daha yavaş oynayan bir takım yapmaz. Fener 2 Partizan ve Antep maçında resmen satranç oynadı. Düşüne düşüne. Geveleye geveleye. Geçen sene PSV maçlarını özellikle analiz edin. PSV'nin 2 maçta Fener'e gol atmayı bırakın posizyon dahi bulamadığını göreceksiniz. Fener gruplarda 7 gol yedi. PSV'ye pozisyon dahi vermedi. Fener'in kilit rakiplerinden Porto'nun hızlı oyununa özellikle oradaki maçta cevap vermesi gerekecektir. Cevap vermesi gereken durumlarda geçen sene hep Deivied devreye girdi. Fener'in bu tempoya cevap verecek bir oyuncusu daha var bu sene. O da Emre. Ama Fener her 2 oyuncudan da faydalanamıyor. Bu oyuncular Fener'i hızlı bir şekilde hücüm hattına taşıyacak ve topu olumlu kullanacak oyuncular. Şut atabilen oyuncular. Uğur ve Kazım size 25 kere saç baş yoldurur 1-2 yerde İlker misali Hakan Şükür'ün beynine atar. Bu onları 3-4 maç götürür. Sonra yine Uğur ve Kazım kardeşimiz yine İlker misali ayağının altından top kaçırır Fener yıllar sonra İnönü'de Beşiktaş'ı yener.İyi bir Deivied, iyi bir Emre'ye Fener'in o kadar çok ihtiyacı var ki...Hele bu grupta. Dinamo Kiev Artem Milevskyy ve İsmael Bangoura ile bu sene daha rahat pozisyon buluyor. Le Mans'da 2 sene önce Fransız Ligi'nin en çok gol atan 2. adamı idi İsmael. Fener'in işi çok daha zor. Çünkü Fener bıraktığımız yerde değil. Yavaş oynuyor, çok yavaş.

Villareal ve Fener


Villareal ve Fenerbahce 3. torbadan kuraya katıldı. İkisinin de amacı gruptan çıkmak. Villareal Josico'ya yol verdi ihtiyacı olmadığı için. Senna'yı bırakmadı, Josico'yu bıraktı. Fener Josico'yu kadrosuna kattı ihtiyaçlar doğrultusunda. Ne kadar doğru iş yaptığını zaman gösterecek.

28 Ağustos 2008 Perşembe

Bosnadaki Her Takım Boşnakların mıdır?


D Smart'ta halihazırda yayınlanmakta olan Beşiktaş-Siroki maçını anlatan arkadaşımıza birinin şunu açıklaması gerekir. Öncelikle maçtan önce biraz araştırma yapmalısın. Yahu kardeşim maçın başından biri Siroki'ye Boşnak takımı diyorsun adamların takımında ne bir Ortodoks Sırp var ne de Müslüman Boşnak var. Adamlar azılı katolik. Bosna'da sadece Boşnaklar yaşamaz. Hırvatlar da yaşar Sırplar da yaşar. Bosna takımı diyebilirsin ama Boşnak takımı diyemezsin. Bak hala diyor. Biraz araştırsanız bunlar olmayacak. Size bir örnek vermek istiyorum. Daha iyi pekişsin. Neretva Mostar'dan geçer. Şehri ikiye böler. Müslümanlarla Hırvatların mahallerini bile bölmüştür Neretva büyük çoğunlukla. Müslümanların takımı Velez Mostar, katoliklerin takımı ise Zrinjski Mostar'dır. Kısaca boşnak müslümandır bir anlamda. Dolayısıyla her bosna takımı boşnak takımı değildir.

Reklamverenin Dizisi


Reklamverenin yıllardan beri vazgeçemediği dizisi hangisi diye sorsam? Taa TRT dönemlerinden beri yayınını aralıksız sürdüren bu dizi, bütün zamanların en uzun süreli dizisi olarak hala yayınlanmaya devam ediyor. Hangi dizi? Tabi ki reklamverenin dizisi yani “reklam kuşakları” dizisi. Eğer Tv ‘de sadece reklam kuşaklarını kullanarak iletişim çalışmalarına devam ediyorsan seni Kurtlar Vadisi’nin aldığı rating mi daha çok ilgilendirir yoksa dizinin reklam kuşağının içinde yayınlanan 25 reklam arasında kaçıncı sırada yer alarak spotunun ne rating aldığı mı? Dizi vardır her hafta 8-9 rating getirir 20+ Adults hedef kitlede; dizi vardır o da 8-9 rating getirir 20 + Adults hedef kitlede. İkisinin de ilk kuşağına aynı spotunu salarsın ve şans bu ya aynı reklamlardan sonra her iki reklam da 5. sırada yayınlanır. Biri getirir 3,1 rating biri getirir 4,2 rating. 3,1 getirenin içinde para harcamaya hazır daha çok adam vardır, 4,2 getirenin içinde kuru gürültü daha fazladır. Cem Yılmaz’lı popüler bir reklamdan hemen sonra spot girerse tabi bu oran biraz daha artmış olur o ayrı. Dizilerin rating savaşlarını yazıp çizerken biraz da şu dizilerin reklam kuşaklarını incelesek diyorum. Bakalım hangi dizinin reklam kuşakları daha fazla izleniyor? Ya da hangi dizi net ratinglerini kuşağa daha fazla taşıyor? Programın net ratingi ile spotun ratingi arasındaki fark “kaçak”tır. Bu kaçağı iyi yorumlamak gerekir. Reklamverene ne Yaprak Dökümü’nün ne rating aldığından. O dizinin içinde yayınlanan spotunun ne rating aldığına bakar. Yanlış mı bakıyor? Pek değil…

İhtiyaçlar Doğrultusunda


Takımımızın ihtiyaçları doğrultusunda Villareal’in kontenjandan elinde tuttuğu Josico ile anlaştık. Hani demiştik ya Divan Kurulu toplantısında “parayı verdiğiniz zaman alıyorsunuz zaten topçuyu” aynen öyle oldu. Hani demiştik ya daha iyisini alırız. Gereğini yaptık. Parayı verdik ve aldık Fener’e. İhtiyaçlar doğrultusunda hareket ettik. Pellegrini ve Villareal başkanını ikna etmek güç oldu. Keza ihtiyaçlarımız ve hedeflerimiz doğrultusunda hareket etmek durumundaydık. Zaten dünden bunun kıvılcımını çakmıştık Sayın taraftarlarımız. Hissettiniz değil mi? Kadromuz yeterlidir, sonuna kadar güveniyoruz, ihtiyaçlar doğrultunda transfer yapabiliriz demiştik…Bu kadromuz yeterlidir kelimelerinin arkasından gelen ihtiyaçlar doğrultusunda Josico’dur işte. Bir önceki açıklama zemini hazırladı bu da bombayı patlattı. Daha o açıklama geldiğinde belliydi gelecek bomba. 2 saat kaldı. Josico’nun havaalanına inmesine değil kuraların çekilmesine. İhtiyaçlar doğrultusunda bi ayar çeksinler kuralara. Parasıyla değil mi?

İsmail Ayaz



Eskişehir-İstanbul arası hatta çalışan İsmail Ayaz seyahate bir önerim var. Logonuzu değiştirin. İsmail Ayaz yazıp yazı karakterini aşırı hızdan arkaya esnemiş gibi yaparsanız insanlara hızı çağrıştırırsınız. Uçak değil ki bu otobüs şirketi. Ne gerek var. İsmail Ayaz’ın içersindeki 10 harfin hepsi böyle. Daha da büyük bir hız sinerjisi oluşmakta anlayacağınız. Bana böyle çağrıştırdı. Başka kime çağrıştırır, çağrıştırabilir?

Üst Kimlik Alt Kimlik



Futbol takımlarının formalarının sırt numaraların üzerinde futbolcuların isimleri yazar. Genelde uygulama bu şekildedir. Artık Bayern'de de bu klasik genelleme var maalesef. Ama eskiden en tepede Bayern München onun altında 31 onun altında ise Schweinsteiger yazardı. Daha bir güzeldi. Üst kimlik Bayern mesajı verirdi. Kezman klasik hareketini yapsa PSG'yi işaret edecek gibi bir durum yani. Değiştirirdi herhalde sevincini. Tek kimlik Fenerbahçelilik tartışmalarının olduğu bir dönemde gayet uyardı bence Fener'e. Ne de olsa Alex hariç maşallah bütün futbolcuların forması dışarıda bizde. Hani hakem ismi görmez falan gibi bir durum da söz konusu değil. Rahatlıkla okunurdu hiç sorun olmadan. Herhalde formayı şortun içine sokma şartı kalktı. Herkes bir alem. Arda dahil buna. Yakışmıyor da kısa boylu olduğuna...

Ford ve Çiçek Abbas


Ford’un zaman tüneli reklamı vardı bir aralar bilmem hatırladınız mı? Mini mini birler, çalışkan ikiler...Polis, ambulans. Ve tabi ki Çiçek Abbas. Reklam filmindeki Çiçek Abbas’ı görünce Şener Şen’in oynadığı bir sahne aklıma geldi. Şener ağabeyimiz Çiçek Abbas’ın Ford’unun yanına yaklaşmış aynen şunu diyor. Bu ne? FORD. ( Tükürür ve etrafına bakıp kimsenin olup olmadığını kontrol ettikten sonra lastiğe tekme atar) Renocuyuz olum biz. Hahh... Sene 1982. Aradan 23 sene geçmiş. Ne kadar uzun zaman olmuş. Ne kadar kolaymış o zamanlar bu işler. Karışan yok görüşen yok. Şimdi yap bakalım Ford ne yapıyor adamı?

Antalyaspor Yönetim Kurulu'nun Basın Açıklamasıdır.YORUM YAPILMAYA GEREK DUYULMAMIŞTIR


Türkcell Süper Lig 2008-2009 sezonu ilk müsabakamızda Türkiye’nin güzide ve köklü takımlarından Beşiktaş ile Antalya Atatürk Stadı’nda yapmış olduğumuz müsabakamız öncesi Antalya’ya maçı izlemek üzere gelen ve gerçek Beşiktaşlı olduklarından şüphe duyduğumuz bir gurup misafir taraftar emniyet güçlerinin ikazlarına rağmen kendilerine kurallar gereği tahsis edilen %5’lik kontenjan dışındaki stat tribünlerine girmeye yeltenmiş, ayrıca şehir içerisinde alkollü vaziyette topluca tezahürat yaparak tansiyonu arttırıcı taşkın tavırlar sergilemişlerdir. Bu tür stat dışı ve Fair Play’den uzak olaylar neticesi bir Antalyasporlu taraftar bıçaklanarak ağır şekilde yaralanmış ve 3 gün yoğun bakımda kalmış ve ayrıca iki emniyet görevlisi de hafif şekilde yaralanmıştır.

Türk Futbolu’nun gelişmesinde en büyük engellerden olan bu tür centilmenlik dışı toplu hareket ve davranışların teşvik edilmemesi gerektiğini ve özellikle Beşiktaş gibi büyük camiaların taraftarlarını özellikle % 5 uygulamasını hassasiyetle gözeten Anadolu kentlerindeki müsabakalarda daha itidalli davranmaları için uyarmalarını ve kontrol etmelerini diliyoruz.

Diğer taraftan, sigara ve alkol insan sağlığının en büyük tehdidi olup sportif müsabaka ortamlarıyla bağdaşmayan kötü alışkanlıklardır.

Açık kamusal alan olarak değerlendirilen statlarda uygulanmakta olan sigara içme yasağını hiçe sayarak müsabaka süresince numaralı tribünde bulunan 4 bin taraftar önünde devamlı sigara içmiş olan Sayın Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören bazı taraftarların sesli uyarılarını da hiçe sayarak kabul edilemez bir tavır sergilemeye devam etmiş ve münferit bir sigara tiryakisinin kendisine yönelik tatsız bir hareketine maruz kalmıştır.

Yapılan bu münferit ve kaba hareket hiçbir şekilde kabule şayan değildir. Ancak Sayın Beşiktaş Başkanı’nın bu hareketin oluşmasına sebebiyet verici kanun tanımaz provakatif davranışının ve akabinde sair Yönetim Kurulu üyelerinin tükettikleri içeceklerin koku ve tesiri altında tribünlere karşı tavır ve söylemlerini kamuoyunun değerlendirmesine sunuyoruz.

Antalya Atatürk Stadı’nda misafir taraftar tribünü ve diğer tribün alanlarında yapmış olduğumuz düzenlemeler sayesinde tribünlerimizde tek bir münferit hareket dışında hiçbir toplumsal olay yaşanmamıştır.

Yönetim ve Büyük Antalyaspor Camiası olarak tarafımıza yöneltilmeye çalışılan haksız hareket ve suçlama beyanatlarının özellikle Beşiktaş gibi köklü bir spor camiasına yakıştıramadığımızı vurgularken, Türk Sporu’na zarar veren bu tür provakatif tavır ve açıklamalardan kaçınılması konusunda sağduyu çağrımızı yineliyoruz.


ANTALYASPOR A.Ş. YÖNETİM KURULU

Bir De Böyle Bakabilsek


Dün akşam maçtan sonra Uğur Meleke’nin şu sözünü çekip sizlerle paylaşmak istedim. “Fenerbahçe’nin geçen sezon elde ettiği çeyrek final başarısının üzerine koymasından önce arka arkaya 2-3 sene şampiyonlar liginde gruptan çıkması ve Avrupa’ya kendini ezberletmesi çok önemli.” Fenerbahçe’nin elde ettiği başarının üzeri ŞL’nde yarı final. Koskoca İnter’in ŞL’de şimdiye kadar elde ettiği en büyük başarıdan bahsediyoruz. Adamların bir yarı finali var. 02-03 sezonunda. Her bir galibiyet ek 600 bin Euro olduğuna göre aşağıya güzel bir grup yazmak farz oldu. Lyon-PSV-Fenerbahçe-Aalborg. Ha sen tut ki Lyon’sun. 2’den Bayern’i 3’ten Fener’i 4’ten de Atletico Madrid’i çekersin o zaman başlarım böyle 1. torbaya dersin. O da ayrı tabi…Bol şanslar…Bekliyoruz.

Nostaljinin İçine Nasıl Edilir?


E çok basit. Bir gün akşam saatlerinde tv karşısına geçilir. Kanallar taranırken TRT 3’te TFF’nin 75. yıl kutlamaları içerisinde yer alan Türkiye Karması-Dünya Karması maçına denk gelinir ve “seyredelim” denilir. Hesap yapmayalım yıl 1998’tir. Bu kadar edilgen cümle yeter. Geldik 2007’ye. Dünya Karması’nda Hagi var, Popescu var, Moşe var, Papin var. Hagi döktürüyor. Şeref tribününde Demirel, Blatter ve Johansson yan yana. Maç belki de mekan olarak Türkiye’nin en güzel stadı İnönü’de. Tabii Beşiktaş taraftarları da ağırlıkta. (Zaten Milli maçlarımız hangi büyük takımımızın stadında olursa o takımımızın taraftarları ağırlıkta oluyor ve maç da güme gidince kendi takımları lehine tezahürata başlıyorlar. Maçtan önce de ufaktan olur ama o zaman kamera kayıt fazla olmadığı için önemli değildir.) Hagi gol atıyor. Galatasaray’a küfür. Hagi iyi pas atıyor küfür. Beşiktaş taraftarı ha bire “Ulusoy istifa” diye bağırıyor. Arada sırada maçı bırakıyor “Beşiktaş” diye bağırıyor. Diğer tribünler “Türkiye” diye cevap veriyor. Zaten tribünlerin de dörtte üçü boş. Niye bu yazıyı yazıyorum biliyorsunuz değil mi? Aradan yıl hesabına göre 10 sene geçmiş. Ne değişmiş? Hiçbir şey değişmemiş değil mi? Biz maalesef futbolu değil tuttuğumuz takımı seviyoruz. 10 sene önce, 10 sene sonra. Aklım Beşiktaş taraftarına takıldı maçı seyredemedim. Ama eminim ki Samiyen’de olsaydı Galatasaray; Kadıköy’de olsaydı Fenerbahçe taraftarına takılırdı. Unutmadan yazalım. Yukarıda ne değişmiş, hiçbir şey değişmemiş dedik değil mi? 24 Ağustos 2008. Yer Antalya. Antalya-Beşiktaş maçı. Hasan Doğan için saygı duruşu var. Bu saygı duruşundaki sessizliği fırsat bilen Antalya taraftarı S……Beşiktaş diye bağırıyor. Bunun üzerine daha ne diyebilirizsiniz ki. Aynı saatte de İnter-Roma maçında Roma’nın Başkanı için saygı duruşu vardı. Ne tesadüftür ki aynı saatlerde. Al iki kareyi yan yana oynat. Sesli oynat ama cümle alem duysun rezilliği. Avrupa 3.sü ülkenin futbol seyircisinin seviyesini gör. Bu zamana kadar sessiz sessiz yazıyorum şurada eğer okurken içinden dersen ki “birkaç kendini bilmez” işte o zaman sana yazmayacağım.

Zor Değil Çok Zor


Şirketlerin ve çalışanlarının hesapverebilirliği daha çok somut verilere dayandırıldıkça, bir şeyleri ölçmek ya da ölçemediğini yapmamak çok daha fazla ön plana çıkmaya başlıyor. Yöneticiler şirketin lehine olduğuna inansa da ölçemediği toplara hiç girmemeye özen gösteriyor. Ya da bu esnekliğin garantisini arıyor. Murphy Klatt Danışmanlık şirketinin ortakları Dr. Shaun Murphy ve Bruce Klatt’ın “İnsanlar hesap verebilirliği fırsat değil bir tehtid olarak gördükçe, çıkan sonuçların sorumluluğundan kaçmaya, seçenekleri sorumluluk olarak görmeye ve çaba ile sonuçları birbirine karıştırmak için kurnazca yollar bulmaya devam edecekler” sözü manidar. Şüphesiz Klatt ve Murphy’nin bu sözü genel itibari ile çok doğru. Ama güzel ülkemin güzel medyasının türlü türlü halleri var. Pazarlama departmanından örnek verelim. Tv mecrasını örnek alalım. Kampanyamız var. Çok güzel. Günün değişen cinsiyet ve gelir dağılımına göre 4-5 saatini TV karşısında geçiren ülkemde bir medya planlamasının içinde yer aldığını varsaydığımız geleneksel mecramız Tv’nin neresini tutup da ölçeceğiz orası gerçekten meçhul. Hele hele uluslar arası bir şirkete hesap vereceksek daha da zor. Vadeli çeki adamlara anlatmak için kasarken “nasıl yani çek göründüğünde ödenmez mi” bakışlarından gözleriniz kaçırmadan cevap vermeye çalışmak Lazio’nun Castroman’ı. AGB’nin her şeyini doğru kabul etmek gibi önceliğimiz var her şeyden önce. Eliniz mecbur. Çünkü elimizde başka data yok. AGB’de Atv, Kanal D, Show Tv, Star, Fox, Kanal 7, Stv, TRT, Flash, Kanal 1, Discovery, Cine 5, TRT2 ölçer başka bir kanal ölçmez. Diğer kanallar ölçtürmez çünkü kendini. Aslında AGB ölçer ama bu yukarıda sıralanan kanalların dışında kalanlar bu havuza girmek için ücret ödemedikleri için yer almazlar bu havuzda. AGB’de aydan aya bu kanalların dışında kalan kanalların sadece tüm gün ve PT’deki izlenme paylarını medya planlama ve satın alma ajansları ile paylaşır. Bu datalar aylıktır efendim. Öyle günlük, göremezsiniz. Ve rating değil izlenme payı görürsünüz. Bilinir de bilinmez. Paylaşılmaz. Aynı zamanda %0,1’in altında izlenme payı elde eden kanalların yanı boş bırakılır ki ne durumda olduğunu cümle alem anlasın, bilsin. Aslında AGB’nin parasının %25’ine yakınını da medya planlama ve satınalma şirketlerimiz verir. Kalan %75’i de kanallarımız izlenme planlarına göre aralarında pay ederler kardeş kardeş. Şirketlerimiz derken çoğunluğu çok uluslu grupların şirketleridir zaten efendim. AGB Nielsen de yıllık 3 milyon dolara yakın parayı toparlar. AGB hane ölçümünün %50’si karasal, %40’ı uydu (Digitürk ve D Smart buraya dahildir) ve %10’u kabloludandır. Bunun da bilinmesinde fayda vardır. AGB Nielsen’in 3.682 olacak peoplemeter sayısı önemlidir ama ölçüm yapılan mecraların dağılımı da önemlidir. Ulan yukarıda AGB datalarını kabul etmemiz gerekir diyorsun burada yok efendim % şu kadarı karasal % bu kadarı kablolu diyorsun. Tartışma AGB’yi sus otur ve yazmaya devam et. Bir kampanyanızın Tv ayağında Kanal D, Star, Atv, Ntv ve Habertürk var ise Kanal D, Star ve ATV’ye bunu verdik karşılığında şu kadar kişiye ulaştık, kişi başına erişim maliyetimiz bu falan dersiniz. Ntv ve Habertürk için ise biraz kıvranmaya başlarsınız. Aylık izlenme paylarını ortaya koyar, matematiği devreye sokarsınız. Aylık izlenme oranlarından yürüyüp bir şeyler elde etmeye çalışırsınız ki hiçbir zaman sağlıklı veriler vermeyecektir. Ntv ve Cnbc-e CPP olarak tüm kanallardan pahalıdır. Keşke elimizde ratingler olsa da konuşsalar. Ya da var olanlar paylaşılsa da falan filan. Bu sebeple bu iki kanalımız AGB’ye kendini ölçtürmez zati. Diğerleri de ölçtürmez zati. Neyse…Geçelim bu faslı. Sizden Ntv ve Habertürk’e ne verdiğiniz sorusu karşılığında vereceğiniz cevap hazırdır ama ne aldığınız konusunda vereceğiniz cevap faturadır. Bu gerçeklik, bu kanallarımızın gücünü yadsıyamaz problem de buradadır. Buna gönülden inanmaktayım. Allahım kabus gibi. Şu yazı bir an önce bitsin. Son 10 yılda others yani ölçülen ama ölçülmeyen kanallarımızın izlenme oranları 10-15-20-25-30 derken haftasonları özellikle AB grubunda % 32-33’leri görmektedir. Neyi inkar ediyorsunuz? Ntv, Kanaltürk, Digitürk Kanalları, Lig Tv, Ntv Spor, Kanal A, Kanal B, Cnntürk, Habertürk, Skytürk, Avrasya, TGRT Haver, National Geographic, Cnbce-e ve sayamadıklarımız. İşte burada gelecek bana Murphy ve Klatt büyüğümüz hesap ver diyecek. Ben ona bu yazıyı vereceğim. O yüzden yazdım bu yazıyı. Şimdiden önlemimizi alalım. Düşünsün durdun iki ortak. Unutmadan yazımın burasına kadar gelen arkadaşlarımız için bir bilgi daha verme istiyorum. Kanal Digitürk platformunda yer almak için yıllık 500.000 verir ama Bileşimi alan Nielsen’e aylık 5000 vermez spot takibi yapmak için. Bu da değişik bir uygulamadır. O kanala reklam vereceksen noter huzurunda birini kanalın karşısına oturtup reklamların yayınlanıp yayınlanmadığının çetelesini tutturmak gerekir. Size diyorum size Murphy ve Klatt Efendiler. Bozulmak yok burada düzen bu şekilde.

Liverpool' un Acısı


İngiltere Futbol tarihinin istatistiksel olarak en başarılı takımıdır Liverpool. İngiliz liginde elde ettiği 18 şampiyonlukla Man. Utd’a 1, Arsenal’e 5 fark atmıştır. Tam 5 kez Avrupa’nın en büyüğü olmuştur. Bunların biri Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu diğer 4’ü Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’dır. Avrupa Süper Kupası’nı 3 Süper Kupa’yı 1 kez kazanma başarısı göstermiştir. FA Cup’ı ve Lig Kupasını da 7 kez kazanması 18 lig şampiyonluğunu taçlandırmıştır. 3 de UEFA Kupası şampiyonluğu sıkıştırmıştır araya Liverpool. Efsanedir. Ama ligde en son 89-90 yılında kazanılan lig şampiyonluğundan beri uykudadır Anfield Road. Her geçen sene acısı daha da artan bir yaradır bu. 18 sene. 18 sene şampiyon olamayıp en yakın rakibinin 1 şampiyonluk önünde olmak nasıl bir tarihi başarıya sahip olduğunun kanıtıdır Liverpool’un. Ama… Almak isteyip de alamadığı tek kupa vardır Liverpool’un. Uzay şampiyonluğu kıvamındaki Premier Lig şampiyonluğu. 93-94 yılında başlayan bu rekabette şimdiye kadar 4 takım gülebilmiştir. Man U, Blackburn, Arsenal, Chelsea. Bu kupa için bir Liverpool taraftarı herhalde 1 Uefa, 1 FA Cup bir de 1 Lig kupasını feda edebilirdi. Belki de daha fazlasını. İşte gördüğünüz gibi herkesin derdi ayrı. Tarihinin uçan-kaçan dönemlerinden biri olmasa da araya 1 Uefa ve 1 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu sıkıştıran Liverpool kendi liginde şampiyon olamıyor. O devamlılığı ve maratonu kadro gücü olarak kaldıramıyor. Hala Robbie Keane dersen olmaz o da ayrı ya neyse. Ama o lig ki takımı hem yatırıma hem başarıya öyle bir zorluyor ki… Ben de biliyorum bizim ligimizin hiçbir zaman Premier Lig olamayacağını. O konuların yeri bu yazı değil. Ama bizim ligimizin kalitesinin artmasının takımlarımızın Avrupa maçlarına katacağı çok şey var. Avrupa’da ön eleme oynamadan katılabileceğimiz takımımız var mı? Var. Kayseri. Fener şampiyon olsaydı katılacaktı birde.

Inter ve Diğerleri


La Gazzetta Dello Sport’un ana sayfasında bu sene Inter’in en çekindiği rakip hangisi olur? diye bir anket var. 27.08 saat 12:45 itibari ile %46 Milan, %31,9 Juve, %11,9 Roma, % 4,1 Fiorentina, %2,8 Napoli, Lazio % 2 ve Palermo % 1,4. Şu yapılan anket bile şunu gösterir ki La Gazzetta Dello Sport için halihazırdaki Seri A Inter ve diğerleri pozisyonunda. Mourinho şimdiden İtalyan spor basınını havaya sokmuş durumda. Fotomaç ya da Fanatik anket yapsın mesela. Geçen seninin şampiyonu Galatasary’ın bu sene en çok çekindiği rakip kim olur diye? Yapabilir mi yapamaz. Ne yapar peki? Bu sene şampiyon sizce kim olur? Bunu yapar. Fener ve Galatasaray Inter olsa da bunu yapar olmasa da bunu yapar.

SkyTürk' ün Yükselişi


AGB’nin Temmuz ayı ölçülen ama ölçülmeyen kanallar raporunda Skytürk’e ayrı bir yer açmak istiyorum. 2007 Temmuz, yani seçim döneminde elde edemedikleri izlenme payını Temmuz 2008’de hem PT’de hem de tüm günde elde ettiler. (AGB datalarından başka elimizde veri olmadığı için bu yazıda AGB datalarının doğruluğu maalesef kabul edilmek zorunda kalınmıştır) Özellikle Haziran ayının 2. yarısından sonra tematik kanalların yükselişe geçmesi gayet normal. ATV, Kanal D, Show ve Star gibi kanalların tatile girmesi demeyelim buna da bu kanallarda yayınlanan dizilerin tatile girmesi diyelim. Dır dır çekeceğime ben de dizi izlerim ne yapayım. Ek olarak, bu yaz mevsiminde de ekstrem bir durum yaşadık. Neydi bu? Temmuz 2007’de genel seçimler vardı, Temmuz 2008’de ise Ergenekon ve kapatma davası. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumda haber kanallarının ekmeğine yağ sürdü diyebiliriz. Fakat Skytürk’ün tarihinde hiçbir zaman elde edemediği PT 0,4 ve tüm gün 0,4 % oranlarını sadece bu durumlara bağlamak yeterli olmayacaktır. Habertürk de PT’de 0,4 ve tüm günde 0,4 oranlarını yakaladı ama Habertürk Temmuz 2007’de 0,5 %’leri görmüştü. Daha fazla izlenme payı elde ettiği zamanlar oldu yani. TGRT Haber, Temmuz 2007’de 0,5 %’leri görmüştü. 2008 Temmuz’unda da tüm günde bu oranları yakaladı. Tekrar Skytürk’ün yükselişini şimdiye kadarki nedenlerden başka nelere bağlayabilirize dönelim. Özellikle Kanaltürk’ün de satılmasından sonra aykırı sese özlem duyan tv tüketicimizin elinde avucunda fazla bir alternatif kalmadı. Skytürk ve Avrasya. Bence Skytürk’ün yükselişinin en önemli sebeplerinden biri bu boşluğu doldurmaya başlaması. Bunun mantıklı bir açıklaması da şurada. Haber kanallarının tüm gün izlenme oranları genelde PT’lerinden daha kuvvetlidir. Skytürk PT’de de tüm gün oranını yakalamış durumda. Yani tartışma programlarının devreye girmeye başladığı saatler. Birazcık da olsa farklı bir sesi duymaya devam etmek kötü değildir. Her gün pırasa yenir mi? Yenir ama börekliyse. Tv tüketicisi bunun farkında bence.

Gündem Kurma Teorisi


Açık Radyo’da Ömer Madra’yı dinlediğimde iletişim fakültesinden bir ders geldi aklıma. Gündem Kurma Teorisi. Kitle iletişim teorilerine giriş.72’de Mc Combs ve Shaw tarafından ortaya atılan teori. Ne der Mc Combs ve Shaw. “Kitle iletişim araçlarının haberleri sunuş biçimi yoluyla bazı konulara ağırlık vererek, kamuoyunun gündemini belirlemektedir. Kitle İletişim araçları, haber ve bilgilerin önem sırasını belirleyerek, toplumun neyi ne kadar bilmesi gerektiğine onlar adına karar vermektedir. Böylece kitle iletişim araçlarının gündemine alarak, büyük ağırlık ve yer verdiği konuların kamunun da gündemine girdiği ve kamu tarafından önemli olarak algılandığı; aksine kitle iletişim araçlarında yer almayan konuların ise önemsiz olarak nitelendirildiği görülmektedir. Kitle İletişim araçlarının hangi bilgilerin toplum için önemli olduğunu belirleyebilmesinin temelinde ise, bireyin yaşama ilişkin düzenlemeler yaparken kendisine bir referens ya da dayanak noktası araması olgusu yatmaktadır.”(Metin Işık-Kitle İletişim Teorilerine Giriş) Bu teori daha uzar gider. Ama üzerinde tartıştığımız konuların bize enjekte edildiği ya da ne şekilde enjekte edildiği gerçeğinin ne derece farkında olup olmadığımız önemlidir. Tepside sunulan menüyü reddetme hakkımızın olduğunu ne kadar biliyoruz? Menüde yok ama ben tatlı da istiyorum. Ya da revani değil de kazandibi istiyorum. Ne demek başka yok. İşin can sıkıcı tarafı mutfakta pilav var ama ben o pilavı istediğim halde yiyemiyorum. Ya da o pilavın tuzunu atayım yemek pişerken diyorum ona da izin vermiyorlar. Bu işin özeti ve en basit hale indirgenmiş şekli budur.

Ramazan, Yerel Medya ve Medya Okuryazarlığı


Yerel Medyamızın en yüksek reklam gelirlerine ulaştığı aylardandır Ramazan. Büyük reklam verenlerimiz bu ay mutlaka yereli medya planına alır. 11 ay boyunca yereli medya planına dahil etmese bile Ramazanın yeri ayrıdır. 12 ayın içindeki altın yıldızlı PT’dir ramazan yerel için. Bu ay yerel mecralar daha fazla tüketilir. İnsanlarımız kendi bölgelerinin müftüsünü, ilahiyat fakültesi öğretim görevlisini daha bir içten dinler, takip eder. Kayseri’den Süper Fm’e belki ulaşması zordur ama Kolaj Fm’e Kayseri Fm’e ulaşır. Bir şekilde ulaşır. Yerelin gücünün bu ülkede artmasının ve tüketilmesinin gerekliliğini çok başka bir boyutu taşıyacağım. Kanalın müşterisi yerele olumlu ya da olumsuz eleştirisini hemen hissettirir. Aynı caddede yürür, aynı yerde alışveriş yapar, hanımlar tanışır… Bilirler birbirlerini. İzleyici istediği kanalı daha kolay oluşturur. O artık medya okuryazarıdır. İstanbul’da olmayandan. Ya da İstanbul’da olsa bile gücünü ve sesini yetiştiremeyenden. Kamu vicdanıdır dinlenen orada rating raporları değil. O vicdanı dinlenmezse sonu olur. İstanbul’da bu vicdanı dinlerse ne olur? Tamam şöyle ifade edeyim. Kamu vicdanının ne derece dinlenip ne derece dinlenmeyeceğine karar verecek olanlar onlardır. İstanbul’dakiler yani. Menüyü yerseniz yanına tatlı ya da meyve isteyemezsiniz. Mutfakta vardır ama vermezler. Kayseri’deki müşteri o tatlıyı istediği zaman o tatlı gelir. Geç de gelebilir ama gelir. Hem de onu kaymaklı getiren kazanır. Anadolu’daki yerel mecra sahipleri. Haddimiz değil ama… Siz ne olur hep yerel kalın. Reklam gelirinizi daha da yerelleşmek adına, kamu vicdanını dinleyerek harcayın. Dinlemeyin “halk bunu istiyor arkadaşım buyur işte ratingler burada, ben ne yapayım” zırvalarını. Kandırmayın şu insanları rating demek harika programdır demekle. Sen halkı sok bakalım mutfağa halk onu mu istiyor bunu mu istiyor?

Star Gazetesi Manşetleri


Özellikle Avrupa’yla spor müsabakalarımızdan sonra gazetelerimizin atmış olduğu manşetler daha fazla tiraj için bu ülkede neler yapıldığının sarih örnekleridir. Mide bulandırır. Bir anlık bir empati kursak ne demek istediğim çok iyi anlaşılır. Sakın yazdıklarım yanlış anlaşılmasın bu başlıklar Avrupa gazetelerinde yok değil. Orada da var. Onlar da mide bulandırır. The Sun’ın Turkey ve Hindi benzetmeleri sinirlerimizi tepemize çıkartır. Halbuki bizim ülkemizin adı nedir? TÜRKİYE. Turkey nedir? Neyse geçelim bunları çünkü bu sefer konu egemen dile gelecek. Bizim dilimizi korumamıza gelecek. Konumuz gazete manşetlerimiz. Ekşisözlük yazarlarımız sağolsunlar bir güzel toplamışlar hepsini. Bunların bir kısmını sizinle paylaşmak istedim. Bazı şeyleri arada sırada hatırlamak da fayda vardır. Unutkan milletiz ne de olsa. Leeds’e toprağı öptürdük. Dingiltere. Yendik mi lan? ( Milan maçı sonrası), Two Size ( Leeds maçı sonrası), Namaz kıldırdık ( Leeds maçı sonrası), Borussia Dortmund ( Boru kırmızı), Aslanos Kralos Realos Madaros ( Real maçı sonrası), Fincanı taştan oyarlar( Finlandiya maçı sonrası), Sahada da dışarıda da 2-0 ( İki Leeds’linin öldürülmesi olayı), Düdüklü Veli Göçer ( Maçın hakemidir kendisi), Ne prekoydu be ( preko kırmızı), Bayramda boğa keseceğiz ( Gs-Mallorca maçı) Monacoduk ( Monaco maçı sonrası), Her tarafın Berlin olsa ne yazar ( Hertha Berlin maçı). Yukarıdaki manşetlerimizin sahibi Star gazetesi. Gerçi bunlar sadece spor haberleri ile kısıtlı değil Mısır’daki bombalama olayından sonrada bu gazete “Mısır Patladı” diye manşet atmıştı ne diyebilirim ki. Ve tüm bunlar Star gazetesi ile sınırlı değil tabi ki. Makedonu indirdik ( Makedonya maçı-don kırmızı) de var, Suriye ile Apo gerginliği sırasında “Sabah girer öğlen çıkarız” da var. Nereye girersin nereden çıkarsın bahçe bağ mı orası yahu. Cemil İpekçi’nin Hollanda’da bir erkekle evlendiği haberi “ AB’ye tersten girdik”. de var. Buna da ancak çüş denir ne diyeyim. Hep televizyonlarımızı konuşuyoruz ama arada sırada şu yazılı basınımıza da bir göz atmamızda fayda var. Orada da düzeltilmesi gereken çok şey var.

Örnek Sponsorluk Çalışması..


Cnntürk güzel bir kampanya başlattı bu hafta. Güneş ülkesi Türkiye’mizde güneş enerjisinden sadece su ısıtmak için faydalanıyoruz maalesef. Daha fazlası yok ya da yok denecek kadar az. AB’nin 2020 hedefi ise enerji ihtiyacının %20’sini yenilenebilir enerjiden sağlamak. Cnntürk’ün web sitesinde ülke olarak bu işin neresinde olduğumuza dair güzel bilgiler yer almakta. Bu bilgileri kopyala yapıştır yapmak yerine ilgilenenleri Cnntürk’ün web listesine yönlendirmek bence en iyisi. Gelelim güneş enerjisi ve Cnntürk’te geçtiğimiz yıl izlediklerimin beni afallatıp, geçmişe hafıza yolculuğu yapmama sebep olan vakaya. Tübitak tarafından organize edilen “Formula G” Güneş Arabaları Yarışı’nın geçtiğimiz yıl 2.si düzenlendi. 18 aracın katılımıyla. Alın teri akıtan tüm gençlerimize, katılımı destekleyen üniversitelere helal olsun. Neden? Ürettiler çünkü. Hem de bu dünyayı kirletmeyen alternatif bir enerjiye ön ayak oldular. Hele hele başkasının ürettiği cep telefonuyla dahiyane bir şekilde kredi alıp, hem Amerikalının hem Japonun hesabını ödeyen bununla da övünen bir milletsek eğer bence çok önemli gençlerimizin yaptığı. Her ne kadar Ali Atı Bir bu şekilde düşündüğümüz için bizleri yargılasa da. İyi de siz değil miydiniz “insanın ne dediği önemli değildir, karşısındakinin neyi algıladığı önemlidir” diye. Yok Don Shultz demişti. Ben de böyle algılıyorum hala. Neyse geçelim bu serüveni. CNN’de yarışı seyrederken arabaların birinin üzerinde Petrol Ofisi’nin (PO) amblemini gördüm. Bilim ve Teknik Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Raşit Gürdilek’in Dünya gazetesinde 27.11.2003 tarihinde yayınlanan bir yazısı şöyle diyor. “ Güneş enerjisinin, fosil yakıt kullanımının dünyanın geleceğini tehtid etmeye başladığı günümüzde ileri sanayi ülkelerinin gündeminde tırmanmaya başlamıştır.” Ve güneş enerjisinin ülkemiz için önemini sıralamaya devam ediyor Gürdilek. Şimdi efendim…Petrol Ofisi, yarışmaya gençlerimizi desteklemek için sponsor olmuş. Belli ki Petrol Ofisi’nin katkılarıyla bu araçların tekerleri döndü. Ne kadar vermiş bilmiyorum. Ama “zorlama sponsorluk” derler ya. Aynen öyle olmuş. Hani karşınızdakinin yüzü güler ama kalbi gülmez ya…Aynen öyle bir durum söz konusu. Petrol Ofisi, Formula 1 Turkish Grand Prix’inin isim sponsoru olduğunda hem yüzü hem kalbi gülüyordu. İletişim de böyle değil midir? Zorlama iletişim olur mu? Alma verme işidir. Sponsorluğun amacı tabiî ki kurumu ya da ürünü tanıtarak imajı kuvvetlendirmek. İndirekt olarak ticari amaçlara hizmet eden bir araç. İyi de kardeşim sen hem dünyanın geleceğini tehdit et hem de güneş enerjsi ile çalışan araçlara sponsor ol. Ben de böyle bir dünya istiyorum ama elimden gelmiyor mu diyorsun ne diyorsun Allah aşkına.

Allah Akıl Fikir Versin


Uluslar arası sermeyeli bir medya planlama ve satınalma şirketimizin en tepesindeki ismin bir dergimizdeki açıklamalarını hiçbir nokta ve virgülüne dokunmadan alıntılıyorum. “Benim oğlum 9 aylık. Ama müziği iPod’dan dinliyor, Baby Tv seyrediyor, Baby Einstein falan gibi DVD’ler seyrediyor, kendi adına açılmış web sitesi var, kendi resimleri internetteki çok çeşitli platformlarda dağılmış durumda. Biz böyle değildik. Şimdi medya canavarı bir nesil geliyor. Bu çocuk 2 yaşına geldiğinde iPod’da kendi müziğini kendi seçiyor olacak. 3 yaşına geldiğinde internet kulanmaya başlayacak. Bu nesli çok iyi anlamak lazım. Onlar için medya bizim bildiğimiz medya değil.” Yazıyı tekrar okumanız için kopyalasam mı diyorum ama sizlere ayıp etmiş olacağım. Rica etsem alıntıladığım yeri tekrar okuyabilir misiniz? Daha iyi pekişsin. Yahu 9 aylık bebe ben müziği iPod’dan mı dinleyeceğim diyor? Bana Baby Tv mi alacaksınız diyor? Baby Einstein’in DVD’sini unutursan eve gelme baba mı diyor? Web sitesini kime tasarlattı acaba yavrumuz? Yoksa kendisi mi? Bu nesilden önce bence sizi çok iyi anlamak lazım. Ben anlamaya çalışıyorum ve defalarca okuyorum ama hala anlayamıyorum. Medya okuryazarlığı dersinin pilot olarak seçildiği okullara ek olarak bir de sizin evi seçmek lazım. Çünkü siz medyayı sadece ne alırım ne veririm olarak görmüşsünüz hep. Hiç medya okuryazarı gözüyle bakmamışsınız. Baksanız bu sözler sizin ağzınızdan çıkmış olamaz. Günümüzde, çocuğunuzu zaten bu medya canavarından kusursuz bir şekilde korumanız imkansız. Ama anladığım kadarı ile sizin çocuğunuzu hem korumak gibi bir niyetiniz yok hem de durumdan gayet memnunsunuz. Vallahi pes, billahi pes. Canavar yetiştirmek hiç bu kadar keyifli olmamıştı.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Tıklanma Rekoru


Hakikatten Milliyet' in internet sitesinin küçük hesaplarda olduğunu görmek canımı sıktı. Aynı zamanda kandırıldım. O da ayrı canımı sıktı. Zenith ile CSKA oynamış. Oyuncularımız da oynadıkları futbolla göz doldurmuş. Tamam diyorsun ve tıklıyorsun. Bakalım neler yapmışlar, öğrenelim. Bir bakıyoruz ki CSKA’da Caner 70 dakika oynamış ama Fatih Tekke kart cezalısı olduğu için oynamamış. Şimdi haberin başlığı ne? Fatih ve Caner rakip oldu. Tamam Fatih oynamasa da rakip olabilirler. Ama kardeşim haberin altında “oynadıkları futbolla göz doldurdular” diye yazıyorsun. Tıklatıyorsun ondan sonra Fatih cezası sebebi ile oynamadı diyorsun. Bu adam nerede göz doldurdu? Moskova parklarında mı? Siz böyle haberlere tıklatıp küçük hesaplar yaparsanız, bir gün kimse tıklamaz üzülürsünüz. Yapmayın böyle. Kimse kandırılmak istemez.

Psikomarketing Bozukluk?


“Bir gün her evde Likidgaz olacak” yazıyordu önümdeki tüp kamyonunun arkasında. Beşiktaş Likidgaz Bayii. Beşiktaş’ın dar sokaklarından Barboras’a çıkar gibi bir andan genişledi düşüncelerim. Annemin ördüğü kazağı söker gibi yürüdü gitti. Her evde birgün Likidgaz olacaksa Milangaz üretilmeyecek mi? Firma bu sloganın altında ne kadar eziliyor? Ya da tüketici vay be adamların inancına bak, azmine bak diyerek satınalma kararlarının içerisine daha mı fazla Likidgaz sıkıştırıyor? Acaba neden ayrı ayrı Milangaz ve Likidgaz bayilikleri verilmiyor? İstanbul’a gelen doğalgaz Likidgaz’ı hiç mi etkilemedi? İnsanlar doğalgazı sadece ısınmak için kullanıyor da mutfaklarına bağlatmıyor mu yoksa? Bağlatıyorsa bu sektörün geleceği ne olacak? Demirören’de çalışanların mutfağında doğalgaz olsa dahi Likidgaz ya da Milangaz mı kullanılıyor? Birgün herkesin Fenerbahçeli olacağına Fenerbahçe taraftarları ne kadar inanıyorsa Likidgaz bayileri de o kadar mı inanıyor? Galatasaray taraftarı bu gidişle hiç Fenerbahçeli kalmayacak düşüncesini Aygaz bayileri Likidgaz bayileri için mi düşünüyor? Yıldırım Demirören bu slogana Aziz Yıldırım’dan önce mi yoksa sonra mı tamam dedi? Ya da ben manyak mıyım yoksa pazarlama mı manyak? Ya da birgün baklavanın yanında 20 küçük şişe suyu ve ıslak mendil getirdiğim zaman mı manyak olacağım. Ya da tatlıyı karışık aldığım zaman mı? Yoksa hep manyak olmak için mi çabamız.

Hamidiye Kaynak Suları


Ne zaman uçsam bir şeyler yakalıyorum. Biri “kaybettiğimiz mesafeyi havada kapatacağımızı düşünüyorum” der biri kolonyalı mendili unutur. THY Ankara seferinde Hamidiye Kaynak Suları dağıtıyor. Suyun üzerinde aynen şu yazıyor. Sipariş Hattı 4441902. Yani diyor ki Hamidiye beni sipariş için ara arkadaş şikayet ya da memnuniyetini bildirmek için arama. Paradan haber ver bana. Sudan ne şikayetin olacak senin. Arasan arasan sipariş için ararsın. Kendimi 100 YTL'lik banknot gibi hissettim. CRM'de son nokta. Alo sipariş hattı. Hamidiye'de.

Kesmece mozaik


TRT’de yayınlanan Kırık Hayatlar filminin muayene sahnelerinin makaslanması üzerine Akşam gazetesinin yaptığı haber sonrası TRT bir açıklama yapmış. Demiş ki; ben bu filmi Uğur Film’den bu şekilde aldım. TRT’nin açıklaması bu. Tamam öyle diyelim. Şimdi ben de Kanal 7’den bir açıklama istiyorum. 2 Temmuz akşamı yayınlanan “Bitirim Kardeşler” filminde, ölüm döşeğinde yatmakta olan Hulusi Kentmen, oğulları Kadir İnanır ve Kartal Tibet’in barıştığını görüp odayı terk ettiklerinde yatağın altından hatununa şarabı çıkarttırıp kafasına dayıyor. Dayayamıyor çünkü makaslanıyor. Oralar kayıp. Uçmuş. Hayır küçükken seyrettiydim oradan biliyorum o kareleri. Efendim bir de kanallarımız malum sebeplerden dolayı sigara içilen kareleri mozaikliyor. Filmin hamam sahnesinde Kartal Tibet nargile içiyordu. Nargilenin ağız kısmı mozaikli. Gelgelelim marpuc kabak gibi ortada. Şimdi ne yapayım ben güleyim mi ağlayayım mı? Daha fazla dikkat çekmek için mi yapıyoruz bunu, yoksa bak çocuğum ne kadar kötü bir şey TV’de bile göstermiyorlar demek için mi anlamadım? Ha unutmadan….Herhalde Kanal 7 de x filmden aldı filmi ve film de bu şekilde Kanal 7’ye gönderildi zamanında…Makaslı şekilde. Ondan yok şarap sahneleri...Aynı TRT’de olduğu gibi. Diyeceğim bir gazeteci farketmiş ve yazmış…Niceleri oluyor niceleri… makasların farkında mısınız?

Bir Trakya Masalı


Adaş nabuyun be?” diyerek başlar soru ve “iyi be adaş sen nabuyun? diyerek cevaplanır. Soruya soruyla cevap verilir anlayacağınız. Bu replik hiç değişmez Trakya’da. Repliği de bırak herkes adaştır birbirine karşı Trakya’da. Mehmet, Mehmet’e de adaş der Ahmet’e de adaş der. Herkes “Aga” olur. “Agacım nabuyun be?” tümcesi, “Agacım sana birini sorcam Domurcalı küyünden” tümcesiyle hiç tanımadığınız birine köy meydanında da sorulabilir. Yadırganmaz. Eğer tanınılıyorsa anında cevap verilir. Çiftçisi bol olduğu için hava tahmin raporları ve mevcut hava durumu hakkında yorumlar köy kahvelerinde bitmek bilmez. Saatleri alabilir. Hele hele kaldırılmayan ürün varsa aman aman. Bünyamin Sürmeli gelip “yeter be ya” diyerek %100 ne olacağını açıklasa dahi hava üzerinden yorumlar bitmez. Geçmiş yıllardaki hava durumu efsaneleri sürekli anlatılır. Hangi köy kahvesine girerseniz girin “Trakyalı olduğunuz hemen çıkarılır”. Sen kimin çocuğu be? sorusu meşhurdur bu tanışma aşamalarında. Kahvede bulunan hemen hemen herkes tekrarlı “hojdeldiniz hojgeldiniz” demeyi ihmal etmez. “Ne arıyo bunlar burada be ya” tadında rahatsız edici bakışlar pek olmaz. Alkolü bol olduğu için kavga gürültüsü de olur. Bir kavga çıkar üst mahallede kol kırıktır, alt mahallede ise turp gibidir kavganın kahramanı. Çiftçilikten kaynaklı özellikle kış mevsimi zaman bol olduğu için erkekler arası dedikodu hiç bitmez. Trakya’da erkekler daha dedikoducudur. İtiraz eden olmaz sanırım. Özellikle pazara gidilir ve pazarda gezilir. Niye? Çünkü köyden manitalar gelir de ondan be ya. Pazarda iki erkek elinde tek torba poşet olmadan dolaşır. Hele iki güzel kız var da her kesişme noktasından karşılarına çıkılır. Manitalar da göz gibi bakar pazara gelmeye o da ayrıdır ya neyse. Berber, kahve, lokanta, lokal, dernek, kooperatif her nereye girerseniz girin Atatürk’ün resmi ikişer üçer asılıdır. Türk bayraklarını bolca görmek mümkündür esnafta. Hatta traktörde. “Ah be demiş Kemal Agam olsaydı şimdi böyle olmazdı. Ah be demiş şöyle olmazdı. Öyle Kemal Agam, böyle Kemal Agam. Dayanamamış sormuş dinleyen. Kim demiş senin Kemal Agan? Şaşıran bir yüz ifadesiyle “Atatürk be ya.” diyerek cevap gelmiş. Bitmeyen muhabbetler. Alkol almak için zaman ve mekan hemen yaratılır hiç problem olmaz bu tip şeyler. Sorun yaratmaya değmez. Nabuynuz? denilirse mazot aluyuz şekline bir cevap gelmesi kuvvetle ihtimaldir. Atatürk de çok içermiş be ya diyerek bir güzel altlık yapılır duruma. Unutmadan küçük olan herkes de “yiğenim” diye çağrılabilir. Mahsuru yoktur. Boşnakça ve Pomakça konuşulan köyleri çoktur ama Türk Bayrağı ve Atatürk posterinin altında yapılır bu konuşmalar. Art niyet yoktur. Genelde bölge halkı Bulgaristan’a gitmeye meraklıdır ama Bulgaristan denmez. Bulgar’a gidiyorum denir. Particilik muhabbeti yıllar biter ama bitmez. Hele birileri başka partiye geçtiyse aman aman. Soğuğuna alışık olmayanlar epey bi afallar? Ben şurada kaldım, burada askerlik yaptım diyerek başlar ama Trakya ayazını yiyince “valla Erzurum bu kadar kesmiyor” laf arasına sıkıştırılır. Gerer adamı. Yüz felcine müsaittir. Hatta bu tip erkeklerin rüzgarı alan merayı çıkartılması uygun olur ki ısınmak için cigara yakmak mecburiyetinde kalsın. O ona yeter. Çoğu göçmendir bu toprakların. Boşnak, Pomak, Arnavut, Bulgaristan muhaciri, Selanik göçmeni gırladır. Alevi köyleri de vardır. Güzeldir memleketim. Herkesin memleketi gibi.

Efsane Kızılyıldız


90-91 yılında son Şampiyon Kulüpler Kupasını kaldırırken hatırlarım Kızılyıldız’ı. Çocukluğumun efsane takımıydı. Batı Avrupa takımlarını madara ederken Kızılyıldız’ı seyretmek ayrı bir zevkti. Robert Prosinecki, Dejan Savicevic, Belodedici, Vladimir Jugovic, Darko Pancev, Mihajlovic, Mrkela, Najdovski, Stojkovic bir dönem Avrupa’yı sallamıştı. 12 yaşındaydım ama Bayern Münih-Kızılyıldız eşleşmesinden sadece 2 kare aklımda vardır. Biri Prosinecki’nin ayağından kapılan top sonrası Bayern taraftarının ayağa kalkması. Maç boyu deli etti hepsini. İkincisi de ırkçı Mihajlovic’in Belgrad’daki füzesi. Bu takımın çoğu Avrupa yolunu tuttu. Savaş olmasa bile tutacaktı zaten. Ama iki kralın macerası çok hüzünlü idi. Biri Prosinecki bir diğeri Pancev. Tutunamadılar. Real Madridler, İnterler yaramadı kendilerine. Ama onlar her zaman benim gözümde efsane olarak kaldılar. Bu takımın iskeleti 87’de 21 yaşaltı Dünya Şampiyonası’nda Şili’de şampiyon oldu. Dünya Şampiyonu Yugoslavya. Bir de tabi bu takımda Davor Suker’i unutmamak lazım. Her ne kadar Crvena Zvezda’da oynamasa da bu genç takımın belkemklerinden biriydi kendisi. Özellikle 30’lu yaşların henüz başındakiler zannederler ki bu takım 90-91’de kupayı almıştır onun dışında hiçbir şey yapmamıştır. Öyle değildir tabi. Hatta şöyledir. Özellikle Avrupa Kupası macerasında Partizan’ın hep abisi, yol göstercisi olmuştır ama Partizan hiç bu yoldan ilerleyemem, Grobari’nin yolunu takip edip durmuştur. 91-92 sezonununda Barcelona ilk Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğunu kazanırken 2. turdan sonra 2 grup yapılmış ve bu gruplardan birinci çıkanlara final oynatılmıştır. Crvena Zvezda bu grubu 2. sırada tamamlayarak elenmiştir. Sampdoria gruptan lider çıkmış ve Barcelona’ya Wembley’de boyun eğmiştir. Koeman ne vurmuştu be araya sıkıştırmadan edemeyeceğim. Yani demek istediğim aslında Kızılyıldız 91-92’de Şampiyaonlar Liginin yarı finalistidir bana göre. Şampiyon Kulüpler Kupası’nda 56-57’de yarı final oynamış ve Fiorentina’ya mağlup olmuşlardır. 57-58’de çayrek final, 70-71’de yarı final, 73-74’te çeyrek final, 80-81’de çeyrek final, 81-82’de çeyrek final, 86-87’de çeyrek final görmüş ve elenmiştir. Zaten savaş sonrası elde ettiği hiçbir başarı olmamıştır. Kızılyıldız 78-79 yılının UEFA Kupası finalinde Mönchengladbach ile finalde karşılaşmış 1-1 ve 0-1’lik skorlarla kupaya veda etmiştir. Futbolun daha endüstriyelleşmeye başlamadığı zamanlarda vardır Kızılyıldız. Endüstriyelleşmeden ve savaştan sonra yoktur.

Üç Aslan' a Bir Eşek


Dünya futbolunun ağalarından İngilizlerin amblemidir 3 aslan. 2006 yılında kupadan elendikleri zaman atılan manşetlerden biridir yazımın başlığı. Üç aslana bir eşek. Eriksson eşek oldu yani. Bakın ben size ne diyeceğim. 66 Dünya Kupası’nın dışında milli takımlar seviyesinde ne yapmıştır İngiltere. Hurst vurdu ve gol oldu. Bana sorarsanız o top hala çizgiyi geçmedi de neyse. Nasıl geldi İngiltere finale. Dünya futbol lobisinin baş aktörü olmasına rağmen "bu kadar az başarı" kocaman bir "kral çıplak" vakasıdır İngiltere için. Budur milli takımlar seviyelerindeki başarıları. Avrupa futbol şampiyonasının her zaman Dünya Futbol şampiyonasından daha zor olduğunu iddia etmişizdir. Ya kardeşim 60’tan beri bırakın kupanızın olmasını bir finaliniz olsun yahu Avrupa’da. Bir milli takım bu kadar mı Liverpool ve M.Utd’ın gölgesinde kalır. Bu kadar mı N. Forest’ın gölgesinde kalır. Kendi kulüp takımları karşısında bu kadar ezilen başka bir ülke var mıdır? 13 Avrupa kupası, kazanan 9 ülke. Bu 9 farklı ülkenin içerisinde İngiltere yok. 13 Avrupa kupası 12 final oynayan ülke. Kupayı 1’den fazla kazanabilen 3 ülke var. 3 kez Almanya, 2 kez Fransa, 2 kez İspanya. SSCB’nin 4 finali olup 1 şampiyonluğu olması da ayrı bir boyut. Yugoslavya’nın 2 finalinin 0 kupasının olması da. 3 Dünya şampiyonluğu olan İtalya’nın sadece1 Avrupa şampiyonluğunun olmasını hiç mi yazmasaydım. Portekiz oynadı bu finali, Danimarka oynadı, Yunanistan oynadı, Belçika oynadı sen oynayamadın. Bu ülkeleri küçümsediğim için değil, artık biraz saygı göstermeleri gerektiğini düşündüğüm için İngilizlerin. Anlayın artık bazı şeylerin yanlış gittiğini. Olmadığını. 66 o kadar küçüldü ki artık ben sizi rahatlıkla görebiliyorum. Dayanamıyorum yazacağım. 50, 54, 58, 62 dünya kupalarında İngiltere sırasıyla 8., 6., 11., 8. oldu. 66 Dünya kupasında aaaa 1. Ne hikmetse. 70’de 8., 74 ve 78’de yok.82’de 2.turdan şut, 86’da çeyrek finalden şut. 90’da anlı şanlı bir yarı final, 94 yok, 98’de 2.turdan şut, 02’de anlı şanlı bir çeyrek final daha. 2008'de Polonya var sen yoksun. Yani ortalarda yoksun, kupada yoksun. Sanki üç aslan hep aslandı da Eriksson'un eşekliği bize baki kaldı.