28 Ağustos 2008 Perşembe

Bosnadaki Her Takım Boşnakların mıdır?


D Smart'ta halihazırda yayınlanmakta olan Beşiktaş-Siroki maçını anlatan arkadaşımıza birinin şunu açıklaması gerekir. Öncelikle maçtan önce biraz araştırma yapmalısın. Yahu kardeşim maçın başından biri Siroki'ye Boşnak takımı diyorsun adamların takımında ne bir Ortodoks Sırp var ne de Müslüman Boşnak var. Adamlar azılı katolik. Bosna'da sadece Boşnaklar yaşamaz. Hırvatlar da yaşar Sırplar da yaşar. Bosna takımı diyebilirsin ama Boşnak takımı diyemezsin. Bak hala diyor. Biraz araştırsanız bunlar olmayacak. Size bir örnek vermek istiyorum. Daha iyi pekişsin. Neretva Mostar'dan geçer. Şehri ikiye böler. Müslümanlarla Hırvatların mahallerini bile bölmüştür Neretva büyük çoğunlukla. Müslümanların takımı Velez Mostar, katoliklerin takımı ise Zrinjski Mostar'dır. Kısaca boşnak müslümandır bir anlamda. Dolayısıyla her bosna takımı boşnak takımı değildir.

Reklamverenin Dizisi


Reklamverenin yıllardan beri vazgeçemediği dizisi hangisi diye sorsam? Taa TRT dönemlerinden beri yayınını aralıksız sürdüren bu dizi, bütün zamanların en uzun süreli dizisi olarak hala yayınlanmaya devam ediyor. Hangi dizi? Tabi ki reklamverenin dizisi yani “reklam kuşakları” dizisi. Eğer Tv ‘de sadece reklam kuşaklarını kullanarak iletişim çalışmalarına devam ediyorsan seni Kurtlar Vadisi’nin aldığı rating mi daha çok ilgilendirir yoksa dizinin reklam kuşağının içinde yayınlanan 25 reklam arasında kaçıncı sırada yer alarak spotunun ne rating aldığı mı? Dizi vardır her hafta 8-9 rating getirir 20+ Adults hedef kitlede; dizi vardır o da 8-9 rating getirir 20 + Adults hedef kitlede. İkisinin de ilk kuşağına aynı spotunu salarsın ve şans bu ya aynı reklamlardan sonra her iki reklam da 5. sırada yayınlanır. Biri getirir 3,1 rating biri getirir 4,2 rating. 3,1 getirenin içinde para harcamaya hazır daha çok adam vardır, 4,2 getirenin içinde kuru gürültü daha fazladır. Cem Yılmaz’lı popüler bir reklamdan hemen sonra spot girerse tabi bu oran biraz daha artmış olur o ayrı. Dizilerin rating savaşlarını yazıp çizerken biraz da şu dizilerin reklam kuşaklarını incelesek diyorum. Bakalım hangi dizinin reklam kuşakları daha fazla izleniyor? Ya da hangi dizi net ratinglerini kuşağa daha fazla taşıyor? Programın net ratingi ile spotun ratingi arasındaki fark “kaçak”tır. Bu kaçağı iyi yorumlamak gerekir. Reklamverene ne Yaprak Dökümü’nün ne rating aldığından. O dizinin içinde yayınlanan spotunun ne rating aldığına bakar. Yanlış mı bakıyor? Pek değil…

İhtiyaçlar Doğrultusunda


Takımımızın ihtiyaçları doğrultusunda Villareal’in kontenjandan elinde tuttuğu Josico ile anlaştık. Hani demiştik ya Divan Kurulu toplantısında “parayı verdiğiniz zaman alıyorsunuz zaten topçuyu” aynen öyle oldu. Hani demiştik ya daha iyisini alırız. Gereğini yaptık. Parayı verdik ve aldık Fener’e. İhtiyaçlar doğrultusunda hareket ettik. Pellegrini ve Villareal başkanını ikna etmek güç oldu. Keza ihtiyaçlarımız ve hedeflerimiz doğrultusunda hareket etmek durumundaydık. Zaten dünden bunun kıvılcımını çakmıştık Sayın taraftarlarımız. Hissettiniz değil mi? Kadromuz yeterlidir, sonuna kadar güveniyoruz, ihtiyaçlar doğrultunda transfer yapabiliriz demiştik…Bu kadromuz yeterlidir kelimelerinin arkasından gelen ihtiyaçlar doğrultusunda Josico’dur işte. Bir önceki açıklama zemini hazırladı bu da bombayı patlattı. Daha o açıklama geldiğinde belliydi gelecek bomba. 2 saat kaldı. Josico’nun havaalanına inmesine değil kuraların çekilmesine. İhtiyaçlar doğrultusunda bi ayar çeksinler kuralara. Parasıyla değil mi?

İsmail Ayaz



Eskişehir-İstanbul arası hatta çalışan İsmail Ayaz seyahate bir önerim var. Logonuzu değiştirin. İsmail Ayaz yazıp yazı karakterini aşırı hızdan arkaya esnemiş gibi yaparsanız insanlara hızı çağrıştırırsınız. Uçak değil ki bu otobüs şirketi. Ne gerek var. İsmail Ayaz’ın içersindeki 10 harfin hepsi böyle. Daha da büyük bir hız sinerjisi oluşmakta anlayacağınız. Bana böyle çağrıştırdı. Başka kime çağrıştırır, çağrıştırabilir?

Üst Kimlik Alt Kimlik



Futbol takımlarının formalarının sırt numaraların üzerinde futbolcuların isimleri yazar. Genelde uygulama bu şekildedir. Artık Bayern'de de bu klasik genelleme var maalesef. Ama eskiden en tepede Bayern München onun altında 31 onun altında ise Schweinsteiger yazardı. Daha bir güzeldi. Üst kimlik Bayern mesajı verirdi. Kezman klasik hareketini yapsa PSG'yi işaret edecek gibi bir durum yani. Değiştirirdi herhalde sevincini. Tek kimlik Fenerbahçelilik tartışmalarının olduğu bir dönemde gayet uyardı bence Fener'e. Ne de olsa Alex hariç maşallah bütün futbolcuların forması dışarıda bizde. Hani hakem ismi görmez falan gibi bir durum da söz konusu değil. Rahatlıkla okunurdu hiç sorun olmadan. Herhalde formayı şortun içine sokma şartı kalktı. Herkes bir alem. Arda dahil buna. Yakışmıyor da kısa boylu olduğuna...

Ford ve Çiçek Abbas


Ford’un zaman tüneli reklamı vardı bir aralar bilmem hatırladınız mı? Mini mini birler, çalışkan ikiler...Polis, ambulans. Ve tabi ki Çiçek Abbas. Reklam filmindeki Çiçek Abbas’ı görünce Şener Şen’in oynadığı bir sahne aklıma geldi. Şener ağabeyimiz Çiçek Abbas’ın Ford’unun yanına yaklaşmış aynen şunu diyor. Bu ne? FORD. ( Tükürür ve etrafına bakıp kimsenin olup olmadığını kontrol ettikten sonra lastiğe tekme atar) Renocuyuz olum biz. Hahh... Sene 1982. Aradan 23 sene geçmiş. Ne kadar uzun zaman olmuş. Ne kadar kolaymış o zamanlar bu işler. Karışan yok görüşen yok. Şimdi yap bakalım Ford ne yapıyor adamı?

Antalyaspor Yönetim Kurulu'nun Basın Açıklamasıdır.YORUM YAPILMAYA GEREK DUYULMAMIŞTIR


Türkcell Süper Lig 2008-2009 sezonu ilk müsabakamızda Türkiye’nin güzide ve köklü takımlarından Beşiktaş ile Antalya Atatürk Stadı’nda yapmış olduğumuz müsabakamız öncesi Antalya’ya maçı izlemek üzere gelen ve gerçek Beşiktaşlı olduklarından şüphe duyduğumuz bir gurup misafir taraftar emniyet güçlerinin ikazlarına rağmen kendilerine kurallar gereği tahsis edilen %5’lik kontenjan dışındaki stat tribünlerine girmeye yeltenmiş, ayrıca şehir içerisinde alkollü vaziyette topluca tezahürat yaparak tansiyonu arttırıcı taşkın tavırlar sergilemişlerdir. Bu tür stat dışı ve Fair Play’den uzak olaylar neticesi bir Antalyasporlu taraftar bıçaklanarak ağır şekilde yaralanmış ve 3 gün yoğun bakımda kalmış ve ayrıca iki emniyet görevlisi de hafif şekilde yaralanmıştır.

Türk Futbolu’nun gelişmesinde en büyük engellerden olan bu tür centilmenlik dışı toplu hareket ve davranışların teşvik edilmemesi gerektiğini ve özellikle Beşiktaş gibi büyük camiaların taraftarlarını özellikle % 5 uygulamasını hassasiyetle gözeten Anadolu kentlerindeki müsabakalarda daha itidalli davranmaları için uyarmalarını ve kontrol etmelerini diliyoruz.

Diğer taraftan, sigara ve alkol insan sağlığının en büyük tehdidi olup sportif müsabaka ortamlarıyla bağdaşmayan kötü alışkanlıklardır.

Açık kamusal alan olarak değerlendirilen statlarda uygulanmakta olan sigara içme yasağını hiçe sayarak müsabaka süresince numaralı tribünde bulunan 4 bin taraftar önünde devamlı sigara içmiş olan Sayın Beşiktaş Başkanı Yıldırım Demirören bazı taraftarların sesli uyarılarını da hiçe sayarak kabul edilemez bir tavır sergilemeye devam etmiş ve münferit bir sigara tiryakisinin kendisine yönelik tatsız bir hareketine maruz kalmıştır.

Yapılan bu münferit ve kaba hareket hiçbir şekilde kabule şayan değildir. Ancak Sayın Beşiktaş Başkanı’nın bu hareketin oluşmasına sebebiyet verici kanun tanımaz provakatif davranışının ve akabinde sair Yönetim Kurulu üyelerinin tükettikleri içeceklerin koku ve tesiri altında tribünlere karşı tavır ve söylemlerini kamuoyunun değerlendirmesine sunuyoruz.

Antalya Atatürk Stadı’nda misafir taraftar tribünü ve diğer tribün alanlarında yapmış olduğumuz düzenlemeler sayesinde tribünlerimizde tek bir münferit hareket dışında hiçbir toplumsal olay yaşanmamıştır.

Yönetim ve Büyük Antalyaspor Camiası olarak tarafımıza yöneltilmeye çalışılan haksız hareket ve suçlama beyanatlarının özellikle Beşiktaş gibi köklü bir spor camiasına yakıştıramadığımızı vurgularken, Türk Sporu’na zarar veren bu tür provakatif tavır ve açıklamalardan kaçınılması konusunda sağduyu çağrımızı yineliyoruz.


ANTALYASPOR A.Ş. YÖNETİM KURULU

Bir De Böyle Bakabilsek


Dün akşam maçtan sonra Uğur Meleke’nin şu sözünü çekip sizlerle paylaşmak istedim. “Fenerbahçe’nin geçen sezon elde ettiği çeyrek final başarısının üzerine koymasından önce arka arkaya 2-3 sene şampiyonlar liginde gruptan çıkması ve Avrupa’ya kendini ezberletmesi çok önemli.” Fenerbahçe’nin elde ettiği başarının üzeri ŞL’nde yarı final. Koskoca İnter’in ŞL’de şimdiye kadar elde ettiği en büyük başarıdan bahsediyoruz. Adamların bir yarı finali var. 02-03 sezonunda. Her bir galibiyet ek 600 bin Euro olduğuna göre aşağıya güzel bir grup yazmak farz oldu. Lyon-PSV-Fenerbahçe-Aalborg. Ha sen tut ki Lyon’sun. 2’den Bayern’i 3’ten Fener’i 4’ten de Atletico Madrid’i çekersin o zaman başlarım böyle 1. torbaya dersin. O da ayrı tabi…Bol şanslar…Bekliyoruz.

Nostaljinin İçine Nasıl Edilir?


E çok basit. Bir gün akşam saatlerinde tv karşısına geçilir. Kanallar taranırken TRT 3’te TFF’nin 75. yıl kutlamaları içerisinde yer alan Türkiye Karması-Dünya Karması maçına denk gelinir ve “seyredelim” denilir. Hesap yapmayalım yıl 1998’tir. Bu kadar edilgen cümle yeter. Geldik 2007’ye. Dünya Karması’nda Hagi var, Popescu var, Moşe var, Papin var. Hagi döktürüyor. Şeref tribününde Demirel, Blatter ve Johansson yan yana. Maç belki de mekan olarak Türkiye’nin en güzel stadı İnönü’de. Tabii Beşiktaş taraftarları da ağırlıkta. (Zaten Milli maçlarımız hangi büyük takımımızın stadında olursa o takımımızın taraftarları ağırlıkta oluyor ve maç da güme gidince kendi takımları lehine tezahürata başlıyorlar. Maçtan önce de ufaktan olur ama o zaman kamera kayıt fazla olmadığı için önemli değildir.) Hagi gol atıyor. Galatasaray’a küfür. Hagi iyi pas atıyor küfür. Beşiktaş taraftarı ha bire “Ulusoy istifa” diye bağırıyor. Arada sırada maçı bırakıyor “Beşiktaş” diye bağırıyor. Diğer tribünler “Türkiye” diye cevap veriyor. Zaten tribünlerin de dörtte üçü boş. Niye bu yazıyı yazıyorum biliyorsunuz değil mi? Aradan yıl hesabına göre 10 sene geçmiş. Ne değişmiş? Hiçbir şey değişmemiş değil mi? Biz maalesef futbolu değil tuttuğumuz takımı seviyoruz. 10 sene önce, 10 sene sonra. Aklım Beşiktaş taraftarına takıldı maçı seyredemedim. Ama eminim ki Samiyen’de olsaydı Galatasaray; Kadıköy’de olsaydı Fenerbahçe taraftarına takılırdı. Unutmadan yazalım. Yukarıda ne değişmiş, hiçbir şey değişmemiş dedik değil mi? 24 Ağustos 2008. Yer Antalya. Antalya-Beşiktaş maçı. Hasan Doğan için saygı duruşu var. Bu saygı duruşundaki sessizliği fırsat bilen Antalya taraftarı S……Beşiktaş diye bağırıyor. Bunun üzerine daha ne diyebilirizsiniz ki. Aynı saatte de İnter-Roma maçında Roma’nın Başkanı için saygı duruşu vardı. Ne tesadüftür ki aynı saatlerde. Al iki kareyi yan yana oynat. Sesli oynat ama cümle alem duysun rezilliği. Avrupa 3.sü ülkenin futbol seyircisinin seviyesini gör. Bu zamana kadar sessiz sessiz yazıyorum şurada eğer okurken içinden dersen ki “birkaç kendini bilmez” işte o zaman sana yazmayacağım.

Zor Değil Çok Zor


Şirketlerin ve çalışanlarının hesapverebilirliği daha çok somut verilere dayandırıldıkça, bir şeyleri ölçmek ya da ölçemediğini yapmamak çok daha fazla ön plana çıkmaya başlıyor. Yöneticiler şirketin lehine olduğuna inansa da ölçemediği toplara hiç girmemeye özen gösteriyor. Ya da bu esnekliğin garantisini arıyor. Murphy Klatt Danışmanlık şirketinin ortakları Dr. Shaun Murphy ve Bruce Klatt’ın “İnsanlar hesap verebilirliği fırsat değil bir tehtid olarak gördükçe, çıkan sonuçların sorumluluğundan kaçmaya, seçenekleri sorumluluk olarak görmeye ve çaba ile sonuçları birbirine karıştırmak için kurnazca yollar bulmaya devam edecekler” sözü manidar. Şüphesiz Klatt ve Murphy’nin bu sözü genel itibari ile çok doğru. Ama güzel ülkemin güzel medyasının türlü türlü halleri var. Pazarlama departmanından örnek verelim. Tv mecrasını örnek alalım. Kampanyamız var. Çok güzel. Günün değişen cinsiyet ve gelir dağılımına göre 4-5 saatini TV karşısında geçiren ülkemde bir medya planlamasının içinde yer aldığını varsaydığımız geleneksel mecramız Tv’nin neresini tutup da ölçeceğiz orası gerçekten meçhul. Hele hele uluslar arası bir şirkete hesap vereceksek daha da zor. Vadeli çeki adamlara anlatmak için kasarken “nasıl yani çek göründüğünde ödenmez mi” bakışlarından gözleriniz kaçırmadan cevap vermeye çalışmak Lazio’nun Castroman’ı. AGB’nin her şeyini doğru kabul etmek gibi önceliğimiz var her şeyden önce. Eliniz mecbur. Çünkü elimizde başka data yok. AGB’de Atv, Kanal D, Show Tv, Star, Fox, Kanal 7, Stv, TRT, Flash, Kanal 1, Discovery, Cine 5, TRT2 ölçer başka bir kanal ölçmez. Diğer kanallar ölçtürmez çünkü kendini. Aslında AGB ölçer ama bu yukarıda sıralanan kanalların dışında kalanlar bu havuza girmek için ücret ödemedikleri için yer almazlar bu havuzda. AGB’de aydan aya bu kanalların dışında kalan kanalların sadece tüm gün ve PT’deki izlenme paylarını medya planlama ve satın alma ajansları ile paylaşır. Bu datalar aylıktır efendim. Öyle günlük, göremezsiniz. Ve rating değil izlenme payı görürsünüz. Bilinir de bilinmez. Paylaşılmaz. Aynı zamanda %0,1’in altında izlenme payı elde eden kanalların yanı boş bırakılır ki ne durumda olduğunu cümle alem anlasın, bilsin. Aslında AGB’nin parasının %25’ine yakınını da medya planlama ve satınalma şirketlerimiz verir. Kalan %75’i de kanallarımız izlenme planlarına göre aralarında pay ederler kardeş kardeş. Şirketlerimiz derken çoğunluğu çok uluslu grupların şirketleridir zaten efendim. AGB Nielsen de yıllık 3 milyon dolara yakın parayı toparlar. AGB hane ölçümünün %50’si karasal, %40’ı uydu (Digitürk ve D Smart buraya dahildir) ve %10’u kabloludandır. Bunun da bilinmesinde fayda vardır. AGB Nielsen’in 3.682 olacak peoplemeter sayısı önemlidir ama ölçüm yapılan mecraların dağılımı da önemlidir. Ulan yukarıda AGB datalarını kabul etmemiz gerekir diyorsun burada yok efendim % şu kadarı karasal % bu kadarı kablolu diyorsun. Tartışma AGB’yi sus otur ve yazmaya devam et. Bir kampanyanızın Tv ayağında Kanal D, Star, Atv, Ntv ve Habertürk var ise Kanal D, Star ve ATV’ye bunu verdik karşılığında şu kadar kişiye ulaştık, kişi başına erişim maliyetimiz bu falan dersiniz. Ntv ve Habertürk için ise biraz kıvranmaya başlarsınız. Aylık izlenme paylarını ortaya koyar, matematiği devreye sokarsınız. Aylık izlenme oranlarından yürüyüp bir şeyler elde etmeye çalışırsınız ki hiçbir zaman sağlıklı veriler vermeyecektir. Ntv ve Cnbc-e CPP olarak tüm kanallardan pahalıdır. Keşke elimizde ratingler olsa da konuşsalar. Ya da var olanlar paylaşılsa da falan filan. Bu sebeple bu iki kanalımız AGB’ye kendini ölçtürmez zati. Diğerleri de ölçtürmez zati. Neyse…Geçelim bu faslı. Sizden Ntv ve Habertürk’e ne verdiğiniz sorusu karşılığında vereceğiniz cevap hazırdır ama ne aldığınız konusunda vereceğiniz cevap faturadır. Bu gerçeklik, bu kanallarımızın gücünü yadsıyamaz problem de buradadır. Buna gönülden inanmaktayım. Allahım kabus gibi. Şu yazı bir an önce bitsin. Son 10 yılda others yani ölçülen ama ölçülmeyen kanallarımızın izlenme oranları 10-15-20-25-30 derken haftasonları özellikle AB grubunda % 32-33’leri görmektedir. Neyi inkar ediyorsunuz? Ntv, Kanaltürk, Digitürk Kanalları, Lig Tv, Ntv Spor, Kanal A, Kanal B, Cnntürk, Habertürk, Skytürk, Avrasya, TGRT Haver, National Geographic, Cnbce-e ve sayamadıklarımız. İşte burada gelecek bana Murphy ve Klatt büyüğümüz hesap ver diyecek. Ben ona bu yazıyı vereceğim. O yüzden yazdım bu yazıyı. Şimdiden önlemimizi alalım. Düşünsün durdun iki ortak. Unutmadan yazımın burasına kadar gelen arkadaşlarımız için bir bilgi daha verme istiyorum. Kanal Digitürk platformunda yer almak için yıllık 500.000 verir ama Bileşimi alan Nielsen’e aylık 5000 vermez spot takibi yapmak için. Bu da değişik bir uygulamadır. O kanala reklam vereceksen noter huzurunda birini kanalın karşısına oturtup reklamların yayınlanıp yayınlanmadığının çetelesini tutturmak gerekir. Size diyorum size Murphy ve Klatt Efendiler. Bozulmak yok burada düzen bu şekilde.

Liverpool' un Acısı


İngiltere Futbol tarihinin istatistiksel olarak en başarılı takımıdır Liverpool. İngiliz liginde elde ettiği 18 şampiyonlukla Man. Utd’a 1, Arsenal’e 5 fark atmıştır. Tam 5 kez Avrupa’nın en büyüğü olmuştur. Bunların biri Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu diğer 4’ü Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’dır. Avrupa Süper Kupası’nı 3 Süper Kupa’yı 1 kez kazanma başarısı göstermiştir. FA Cup’ı ve Lig Kupasını da 7 kez kazanması 18 lig şampiyonluğunu taçlandırmıştır. 3 de UEFA Kupası şampiyonluğu sıkıştırmıştır araya Liverpool. Efsanedir. Ama ligde en son 89-90 yılında kazanılan lig şampiyonluğundan beri uykudadır Anfield Road. Her geçen sene acısı daha da artan bir yaradır bu. 18 sene. 18 sene şampiyon olamayıp en yakın rakibinin 1 şampiyonluk önünde olmak nasıl bir tarihi başarıya sahip olduğunun kanıtıdır Liverpool’un. Ama… Almak isteyip de alamadığı tek kupa vardır Liverpool’un. Uzay şampiyonluğu kıvamındaki Premier Lig şampiyonluğu. 93-94 yılında başlayan bu rekabette şimdiye kadar 4 takım gülebilmiştir. Man U, Blackburn, Arsenal, Chelsea. Bu kupa için bir Liverpool taraftarı herhalde 1 Uefa, 1 FA Cup bir de 1 Lig kupasını feda edebilirdi. Belki de daha fazlasını. İşte gördüğünüz gibi herkesin derdi ayrı. Tarihinin uçan-kaçan dönemlerinden biri olmasa da araya 1 Uefa ve 1 Şampiyonlar Ligi Şampiyonluğu sıkıştıran Liverpool kendi liginde şampiyon olamıyor. O devamlılığı ve maratonu kadro gücü olarak kaldıramıyor. Hala Robbie Keane dersen olmaz o da ayrı ya neyse. Ama o lig ki takımı hem yatırıma hem başarıya öyle bir zorluyor ki… Ben de biliyorum bizim ligimizin hiçbir zaman Premier Lig olamayacağını. O konuların yeri bu yazı değil. Ama bizim ligimizin kalitesinin artmasının takımlarımızın Avrupa maçlarına katacağı çok şey var. Avrupa’da ön eleme oynamadan katılabileceğimiz takımımız var mı? Var. Kayseri. Fener şampiyon olsaydı katılacaktı birde.

Inter ve Diğerleri


La Gazzetta Dello Sport’un ana sayfasında bu sene Inter’in en çekindiği rakip hangisi olur? diye bir anket var. 27.08 saat 12:45 itibari ile %46 Milan, %31,9 Juve, %11,9 Roma, % 4,1 Fiorentina, %2,8 Napoli, Lazio % 2 ve Palermo % 1,4. Şu yapılan anket bile şunu gösterir ki La Gazzetta Dello Sport için halihazırdaki Seri A Inter ve diğerleri pozisyonunda. Mourinho şimdiden İtalyan spor basınını havaya sokmuş durumda. Fotomaç ya da Fanatik anket yapsın mesela. Geçen seninin şampiyonu Galatasary’ın bu sene en çok çekindiği rakip kim olur diye? Yapabilir mi yapamaz. Ne yapar peki? Bu sene şampiyon sizce kim olur? Bunu yapar. Fener ve Galatasaray Inter olsa da bunu yapar olmasa da bunu yapar.

SkyTürk' ün Yükselişi


AGB’nin Temmuz ayı ölçülen ama ölçülmeyen kanallar raporunda Skytürk’e ayrı bir yer açmak istiyorum. 2007 Temmuz, yani seçim döneminde elde edemedikleri izlenme payını Temmuz 2008’de hem PT’de hem de tüm günde elde ettiler. (AGB datalarından başka elimizde veri olmadığı için bu yazıda AGB datalarının doğruluğu maalesef kabul edilmek zorunda kalınmıştır) Özellikle Haziran ayının 2. yarısından sonra tematik kanalların yükselişe geçmesi gayet normal. ATV, Kanal D, Show ve Star gibi kanalların tatile girmesi demeyelim buna da bu kanallarda yayınlanan dizilerin tatile girmesi diyelim. Dır dır çekeceğime ben de dizi izlerim ne yapayım. Ek olarak, bu yaz mevsiminde de ekstrem bir durum yaşadık. Neydi bu? Temmuz 2007’de genel seçimler vardı, Temmuz 2008’de ise Ergenekon ve kapatma davası. Ülkenin içinde bulunduğu bu durumda haber kanallarının ekmeğine yağ sürdü diyebiliriz. Fakat Skytürk’ün tarihinde hiçbir zaman elde edemediği PT 0,4 ve tüm gün 0,4 % oranlarını sadece bu durumlara bağlamak yeterli olmayacaktır. Habertürk de PT’de 0,4 ve tüm günde 0,4 oranlarını yakaladı ama Habertürk Temmuz 2007’de 0,5 %’leri görmüştü. Daha fazla izlenme payı elde ettiği zamanlar oldu yani. TGRT Haber, Temmuz 2007’de 0,5 %’leri görmüştü. 2008 Temmuz’unda da tüm günde bu oranları yakaladı. Tekrar Skytürk’ün yükselişini şimdiye kadarki nedenlerden başka nelere bağlayabilirize dönelim. Özellikle Kanaltürk’ün de satılmasından sonra aykırı sese özlem duyan tv tüketicimizin elinde avucunda fazla bir alternatif kalmadı. Skytürk ve Avrasya. Bence Skytürk’ün yükselişinin en önemli sebeplerinden biri bu boşluğu doldurmaya başlaması. Bunun mantıklı bir açıklaması da şurada. Haber kanallarının tüm gün izlenme oranları genelde PT’lerinden daha kuvvetlidir. Skytürk PT’de de tüm gün oranını yakalamış durumda. Yani tartışma programlarının devreye girmeye başladığı saatler. Birazcık da olsa farklı bir sesi duymaya devam etmek kötü değildir. Her gün pırasa yenir mi? Yenir ama börekliyse. Tv tüketicisi bunun farkında bence.

Gündem Kurma Teorisi


Açık Radyo’da Ömer Madra’yı dinlediğimde iletişim fakültesinden bir ders geldi aklıma. Gündem Kurma Teorisi. Kitle iletişim teorilerine giriş.72’de Mc Combs ve Shaw tarafından ortaya atılan teori. Ne der Mc Combs ve Shaw. “Kitle iletişim araçlarının haberleri sunuş biçimi yoluyla bazı konulara ağırlık vererek, kamuoyunun gündemini belirlemektedir. Kitle İletişim araçları, haber ve bilgilerin önem sırasını belirleyerek, toplumun neyi ne kadar bilmesi gerektiğine onlar adına karar vermektedir. Böylece kitle iletişim araçlarının gündemine alarak, büyük ağırlık ve yer verdiği konuların kamunun da gündemine girdiği ve kamu tarafından önemli olarak algılandığı; aksine kitle iletişim araçlarında yer almayan konuların ise önemsiz olarak nitelendirildiği görülmektedir. Kitle İletişim araçlarının hangi bilgilerin toplum için önemli olduğunu belirleyebilmesinin temelinde ise, bireyin yaşama ilişkin düzenlemeler yaparken kendisine bir referens ya da dayanak noktası araması olgusu yatmaktadır.”(Metin Işık-Kitle İletişim Teorilerine Giriş) Bu teori daha uzar gider. Ama üzerinde tartıştığımız konuların bize enjekte edildiği ya da ne şekilde enjekte edildiği gerçeğinin ne derece farkında olup olmadığımız önemlidir. Tepside sunulan menüyü reddetme hakkımızın olduğunu ne kadar biliyoruz? Menüde yok ama ben tatlı da istiyorum. Ya da revani değil de kazandibi istiyorum. Ne demek başka yok. İşin can sıkıcı tarafı mutfakta pilav var ama ben o pilavı istediğim halde yiyemiyorum. Ya da o pilavın tuzunu atayım yemek pişerken diyorum ona da izin vermiyorlar. Bu işin özeti ve en basit hale indirgenmiş şekli budur.

Ramazan, Yerel Medya ve Medya Okuryazarlığı


Yerel Medyamızın en yüksek reklam gelirlerine ulaştığı aylardandır Ramazan. Büyük reklam verenlerimiz bu ay mutlaka yereli medya planına alır. 11 ay boyunca yereli medya planına dahil etmese bile Ramazanın yeri ayrıdır. 12 ayın içindeki altın yıldızlı PT’dir ramazan yerel için. Bu ay yerel mecralar daha fazla tüketilir. İnsanlarımız kendi bölgelerinin müftüsünü, ilahiyat fakültesi öğretim görevlisini daha bir içten dinler, takip eder. Kayseri’den Süper Fm’e belki ulaşması zordur ama Kolaj Fm’e Kayseri Fm’e ulaşır. Bir şekilde ulaşır. Yerelin gücünün bu ülkede artmasının ve tüketilmesinin gerekliliğini çok başka bir boyutu taşıyacağım. Kanalın müşterisi yerele olumlu ya da olumsuz eleştirisini hemen hissettirir. Aynı caddede yürür, aynı yerde alışveriş yapar, hanımlar tanışır… Bilirler birbirlerini. İzleyici istediği kanalı daha kolay oluşturur. O artık medya okuryazarıdır. İstanbul’da olmayandan. Ya da İstanbul’da olsa bile gücünü ve sesini yetiştiremeyenden. Kamu vicdanıdır dinlenen orada rating raporları değil. O vicdanı dinlenmezse sonu olur. İstanbul’da bu vicdanı dinlerse ne olur? Tamam şöyle ifade edeyim. Kamu vicdanının ne derece dinlenip ne derece dinlenmeyeceğine karar verecek olanlar onlardır. İstanbul’dakiler yani. Menüyü yerseniz yanına tatlı ya da meyve isteyemezsiniz. Mutfakta vardır ama vermezler. Kayseri’deki müşteri o tatlıyı istediği zaman o tatlı gelir. Geç de gelebilir ama gelir. Hem de onu kaymaklı getiren kazanır. Anadolu’daki yerel mecra sahipleri. Haddimiz değil ama… Siz ne olur hep yerel kalın. Reklam gelirinizi daha da yerelleşmek adına, kamu vicdanını dinleyerek harcayın. Dinlemeyin “halk bunu istiyor arkadaşım buyur işte ratingler burada, ben ne yapayım” zırvalarını. Kandırmayın şu insanları rating demek harika programdır demekle. Sen halkı sok bakalım mutfağa halk onu mu istiyor bunu mu istiyor?

Star Gazetesi Manşetleri


Özellikle Avrupa’yla spor müsabakalarımızdan sonra gazetelerimizin atmış olduğu manşetler daha fazla tiraj için bu ülkede neler yapıldığının sarih örnekleridir. Mide bulandırır. Bir anlık bir empati kursak ne demek istediğim çok iyi anlaşılır. Sakın yazdıklarım yanlış anlaşılmasın bu başlıklar Avrupa gazetelerinde yok değil. Orada da var. Onlar da mide bulandırır. The Sun’ın Turkey ve Hindi benzetmeleri sinirlerimizi tepemize çıkartır. Halbuki bizim ülkemizin adı nedir? TÜRKİYE. Turkey nedir? Neyse geçelim bunları çünkü bu sefer konu egemen dile gelecek. Bizim dilimizi korumamıza gelecek. Konumuz gazete manşetlerimiz. Ekşisözlük yazarlarımız sağolsunlar bir güzel toplamışlar hepsini. Bunların bir kısmını sizinle paylaşmak istedim. Bazı şeyleri arada sırada hatırlamak da fayda vardır. Unutkan milletiz ne de olsa. Leeds’e toprağı öptürdük. Dingiltere. Yendik mi lan? ( Milan maçı sonrası), Two Size ( Leeds maçı sonrası), Namaz kıldırdık ( Leeds maçı sonrası), Borussia Dortmund ( Boru kırmızı), Aslanos Kralos Realos Madaros ( Real maçı sonrası), Fincanı taştan oyarlar( Finlandiya maçı sonrası), Sahada da dışarıda da 2-0 ( İki Leeds’linin öldürülmesi olayı), Düdüklü Veli Göçer ( Maçın hakemidir kendisi), Ne prekoydu be ( preko kırmızı), Bayramda boğa keseceğiz ( Gs-Mallorca maçı) Monacoduk ( Monaco maçı sonrası), Her tarafın Berlin olsa ne yazar ( Hertha Berlin maçı). Yukarıdaki manşetlerimizin sahibi Star gazetesi. Gerçi bunlar sadece spor haberleri ile kısıtlı değil Mısır’daki bombalama olayından sonrada bu gazete “Mısır Patladı” diye manşet atmıştı ne diyebilirim ki. Ve tüm bunlar Star gazetesi ile sınırlı değil tabi ki. Makedonu indirdik ( Makedonya maçı-don kırmızı) de var, Suriye ile Apo gerginliği sırasında “Sabah girer öğlen çıkarız” da var. Nereye girersin nereden çıkarsın bahçe bağ mı orası yahu. Cemil İpekçi’nin Hollanda’da bir erkekle evlendiği haberi “ AB’ye tersten girdik”. de var. Buna da ancak çüş denir ne diyeyim. Hep televizyonlarımızı konuşuyoruz ama arada sırada şu yazılı basınımıza da bir göz atmamızda fayda var. Orada da düzeltilmesi gereken çok şey var.

Örnek Sponsorluk Çalışması..


Cnntürk güzel bir kampanya başlattı bu hafta. Güneş ülkesi Türkiye’mizde güneş enerjisinden sadece su ısıtmak için faydalanıyoruz maalesef. Daha fazlası yok ya da yok denecek kadar az. AB’nin 2020 hedefi ise enerji ihtiyacının %20’sini yenilenebilir enerjiden sağlamak. Cnntürk’ün web sitesinde ülke olarak bu işin neresinde olduğumuza dair güzel bilgiler yer almakta. Bu bilgileri kopyala yapıştır yapmak yerine ilgilenenleri Cnntürk’ün web listesine yönlendirmek bence en iyisi. Gelelim güneş enerjisi ve Cnntürk’te geçtiğimiz yıl izlediklerimin beni afallatıp, geçmişe hafıza yolculuğu yapmama sebep olan vakaya. Tübitak tarafından organize edilen “Formula G” Güneş Arabaları Yarışı’nın geçtiğimiz yıl 2.si düzenlendi. 18 aracın katılımıyla. Alın teri akıtan tüm gençlerimize, katılımı destekleyen üniversitelere helal olsun. Neden? Ürettiler çünkü. Hem de bu dünyayı kirletmeyen alternatif bir enerjiye ön ayak oldular. Hele hele başkasının ürettiği cep telefonuyla dahiyane bir şekilde kredi alıp, hem Amerikalının hem Japonun hesabını ödeyen bununla da övünen bir milletsek eğer bence çok önemli gençlerimizin yaptığı. Her ne kadar Ali Atı Bir bu şekilde düşündüğümüz için bizleri yargılasa da. İyi de siz değil miydiniz “insanın ne dediği önemli değildir, karşısındakinin neyi algıladığı önemlidir” diye. Yok Don Shultz demişti. Ben de böyle algılıyorum hala. Neyse geçelim bu serüveni. CNN’de yarışı seyrederken arabaların birinin üzerinde Petrol Ofisi’nin (PO) amblemini gördüm. Bilim ve Teknik Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Raşit Gürdilek’in Dünya gazetesinde 27.11.2003 tarihinde yayınlanan bir yazısı şöyle diyor. “ Güneş enerjisinin, fosil yakıt kullanımının dünyanın geleceğini tehtid etmeye başladığı günümüzde ileri sanayi ülkelerinin gündeminde tırmanmaya başlamıştır.” Ve güneş enerjisinin ülkemiz için önemini sıralamaya devam ediyor Gürdilek. Şimdi efendim…Petrol Ofisi, yarışmaya gençlerimizi desteklemek için sponsor olmuş. Belli ki Petrol Ofisi’nin katkılarıyla bu araçların tekerleri döndü. Ne kadar vermiş bilmiyorum. Ama “zorlama sponsorluk” derler ya. Aynen öyle olmuş. Hani karşınızdakinin yüzü güler ama kalbi gülmez ya…Aynen öyle bir durum söz konusu. Petrol Ofisi, Formula 1 Turkish Grand Prix’inin isim sponsoru olduğunda hem yüzü hem kalbi gülüyordu. İletişim de böyle değil midir? Zorlama iletişim olur mu? Alma verme işidir. Sponsorluğun amacı tabiî ki kurumu ya da ürünü tanıtarak imajı kuvvetlendirmek. İndirekt olarak ticari amaçlara hizmet eden bir araç. İyi de kardeşim sen hem dünyanın geleceğini tehdit et hem de güneş enerjsi ile çalışan araçlara sponsor ol. Ben de böyle bir dünya istiyorum ama elimden gelmiyor mu diyorsun ne diyorsun Allah aşkına.

Allah Akıl Fikir Versin


Uluslar arası sermeyeli bir medya planlama ve satınalma şirketimizin en tepesindeki ismin bir dergimizdeki açıklamalarını hiçbir nokta ve virgülüne dokunmadan alıntılıyorum. “Benim oğlum 9 aylık. Ama müziği iPod’dan dinliyor, Baby Tv seyrediyor, Baby Einstein falan gibi DVD’ler seyrediyor, kendi adına açılmış web sitesi var, kendi resimleri internetteki çok çeşitli platformlarda dağılmış durumda. Biz böyle değildik. Şimdi medya canavarı bir nesil geliyor. Bu çocuk 2 yaşına geldiğinde iPod’da kendi müziğini kendi seçiyor olacak. 3 yaşına geldiğinde internet kulanmaya başlayacak. Bu nesli çok iyi anlamak lazım. Onlar için medya bizim bildiğimiz medya değil.” Yazıyı tekrar okumanız için kopyalasam mı diyorum ama sizlere ayıp etmiş olacağım. Rica etsem alıntıladığım yeri tekrar okuyabilir misiniz? Daha iyi pekişsin. Yahu 9 aylık bebe ben müziği iPod’dan mı dinleyeceğim diyor? Bana Baby Tv mi alacaksınız diyor? Baby Einstein’in DVD’sini unutursan eve gelme baba mı diyor? Web sitesini kime tasarlattı acaba yavrumuz? Yoksa kendisi mi? Bu nesilden önce bence sizi çok iyi anlamak lazım. Ben anlamaya çalışıyorum ve defalarca okuyorum ama hala anlayamıyorum. Medya okuryazarlığı dersinin pilot olarak seçildiği okullara ek olarak bir de sizin evi seçmek lazım. Çünkü siz medyayı sadece ne alırım ne veririm olarak görmüşsünüz hep. Hiç medya okuryazarı gözüyle bakmamışsınız. Baksanız bu sözler sizin ağzınızdan çıkmış olamaz. Günümüzde, çocuğunuzu zaten bu medya canavarından kusursuz bir şekilde korumanız imkansız. Ama anladığım kadarı ile sizin çocuğunuzu hem korumak gibi bir niyetiniz yok hem de durumdan gayet memnunsunuz. Vallahi pes, billahi pes. Canavar yetiştirmek hiç bu kadar keyifli olmamıştı.