31 Ekim 2008 Cuma

Fellaini


Bu sene Everton'un sadece 1 maçını seyrettiğimiz için sadece istatistik vereceğiz. Fazlası pek doğru olmaz. Fazlasını King Santillani'den dinlememiz çok daha uygun olacaktır. Dikkatimi çeken Fas asıllı Fellaini'nin Everton'da 7 maçta 3 gol atması. Moyes, Preud'homme'nin göremediğini mi gördü acaba? Liege'de 79 maçta 11 gol atan Fellaini şimdiden 3 golü buldu. Adam sonuçta Everton tarihinin gelmiş geçmiş en pahalı transferi. 15 milyon pound az para değil. Leon Osman ve Yakubu ile birlikte takımın en çok gol atan adamı. Bir de Arteta'nın yarısı kadar asist yapsa yok artık Fellaini olacak.

Lyubov Hanım


Lyubov Pavlyuchenko...Roman Pavlyuchenko'nun annesi. Nam-ı değer Rebrovcenko'nun. Lybov Hanım oğlunun asla Rusya'dan ayrılmak istemediğini kulübünün kendisini sattığını söylemiş. Hatta Londra'ya gitmeseydi Lokomotiv Moskova'ya transfer olacaktı demiş. Zamanında Murat ve Hakan Yakın kerdeşlerin annesi Emine Yakın oğullarının Türkiye karşısında oynamalarına izin vermedi şeklinde bir haber çıkmıştı gazetelerde. Hatta Emine Yakın'ın "hele bir de gol atarlarsa ben bu utançla nasıl yaşarım" dediği oğullarının ise kendisini dinlediği öğrenilmişti. Hatta gazete Tercüman idi. "Dediği öğrenildi" tarzında bir haber yapma durumu vardır bizim basınımızda. Üzerine tez yazılır. Çakma haber yapmanın en kolay yoludur bu. "Dediği öğrenildi" edilgenini etkin cümle haline getirip "kimden öğrendin" diye sorsan cevap yok. Hatta edilgenine de razıyız "kimden öğrenildi" diye sorulsun. Kaynak gazetenin spor servisi. Bina içi. Çay ocağının yanı. Dediği öğrenilen Emine Hanım eminim utancından dışarı çıkamıyordur şu an. Malum Euro 2008'de Hakan Yakın golünü Türkiye'ye attı. Konu nereden nereye geldi. Emine Hanım "dediği öğrenildi" olmasa da karar mekanizmalarının çok içinde idi. Lybov Hanım bana Emine Hanım'ı hatırlattı. Biraz daha şu işlerin dışında kalsanız.

Meleke Ciner Grubu'nda (Neretva Özel)


Bir haftayı aşan süreden beri Milliyet gazetesinde Uğur Meleke'nin yazmaması ben dahil çoğu kişinin dikkatini çekti. Uğur Meleke Ciner Grubu'nun yeni gazetesi ile anlamış durumda. Sabah ekonomi servisini olduğu gibi transfer eden grup spor sayfaları için bomba transferini yapmış. Hayırlısı olsun. Gazete çıkana kadar bizim blog camiasına 1-2 yazı atsa da mahrum kalmasak...

Arazi İşleri


Bir önceki postta 22.000 kombine yazmıştık ama başına "bekleyen" kelimesini ekleyerek unutulanı düzelttik. 36.236 kapasiteli White Hart Lane'de bu sene 35.900 ortalamaya oynuyor Spurs. Bekleyen 22.000+36.000 kombine de 60.000 kişilik stad için yeterli bir gerekçe oluyor. Yalnız dün yapılan açıklamalarda güme giden bir nokta var ki stadın açılma tarihi 2014-2015 sezonunun başı. Stadın çevresindeki arazileri bir güzel toparlamakla meşguller. Keza geçtiğimiz günlerde Avrupa'nın en büyük AVM'sinin açıldığı Londra'da belediye başkanı Osmanlı torunu Boris'in çıkıp da " bu Londra'ya duyulan güvenin kanıtıdır, bu AVM şimdiden 7.000 kişiye iş sağlamıştır" demesi unutulmadı. Geleceğim yer şurası. Herhalde başkan da bu arazi işleri ile haybeden uğraşmıyor. AVM'sinden, cafe ve restoranlara kadar her bir şey yeni stadın çevresinde yer alacak. Komleksin sırıları da yukarıda yer almakta. 1897'den bu yana Spurs'un top teptiği stad tarihe karışacak. Yalnız daha ortada proje yok. Bütçelendirilmiş bir çalışma yok. Sadece kredi bulma konusunda görüştüğümüz firmalar var ve bu desteği bulma konusunda sıkıntı yaşamayız şeklinde Türk tipi yapılan açıklamalar var. Fol ve yumurtanın birbirini bulamaması. Bir galibiyet ve bir Arsenal beraberliği sonrası iklim tamamen değişmiş durumda. Martin Jol'a dayanamayan adamın J.Ramos'a bu kadar katlanması çok biledir.

30 Ekim 2008 Perşembe

Spurs ve gelecek


Spurs başkanı Daniel Levy White Hart Lane'nin isim hakkını satarak 60.000 kişilik stad yapacaklarını açıkladı. Yeni bir açıklama değil. Aynı Liverpool'un stad maceraları gibi. Neyse...Stadın yeni ismi sponsorun ismi olacak. Elveda White Hart Lane. Levy'nin açıklamalarından biri de şu. "Bu takıma güveniyoruz. Bu takımda yetenekli oyuncu sayısı fazla. Bu sebeple Ocak ayında 1-2 takviye yeterli olacaktır. Ama önümüzdeki yaz oldukça yüklü bir bütçe ayıracağız." Spurs bu sene Corluka, Modric, Pavlucenko, Gomes, Santos gibi adamlara bir araba para ödedi ödemesine ama Berbatov ve Keane'den gelen 51 milyon pound da dikkate alınmalı. Kompanse durumu. Yerine koyamadılar sözünü kabul edemem çünkü başka Berbatov Spurs için yok. Git sen koy o zaman. J. Ramos'un giderayak kendi web sitesine bıraktığı açıklamalara dikkat edelim. Yenilerin adapte olması için biraz daha vakte ihtiyacımız vardı. Aynı zamanda Berbatov ve Keane çok büyük eksikler. Zaten transferin son günü Berbatov'u kaybedersen, Rebrovcenko'ya (çok mu acımasız davranıyorum bu adama) denize düşen yılan hesabı sarılırsın. Yönetim bu konuyu çözemedi. İyi yönetemedi. Ferguson bas bas bağırdı bu adamı alacağım diye. Sonuçta ne oldu güzellikle göndermedin de? Lig daha yeni başladı Spurs için. Başkan yıllık gelirlerinin 103.1 milyon poundan 114.8 milyon pounda çıkacağından da bahsediyor. Ve stad için harcayacağımız para Redknapp'ın Haziran ayında harcayacağı transfer paralarını etkilemeyecek diyor. 22.000 bekleyen kombine, 70.000 üye 60.000'lik stad için yeterli sebepler olarak görülüyor başkan tarafından. Son olarak Redknapp; Bent, Lennon ve Zokora'yı Arsenal maçında yanında oturttu. Bent ve Lennon'dan sonradan faydalandı. Ramos'un son Stoke City maçında bu 3 isim ilk 11'de yer almaktaydı. Küçük oynamaların olması gayet normal. Dos Santos gelmemesi gereken bir lige geldi bana göre. Sürekli oynayacağı bir La Liga geleceği için daha faydalı olurdu.

Mazlum

Redknapp tamamıyla gaza gelmiş durumda ki "Mazlum'u getirin bana" der gibi Liverpool'u bekliyor. Maç cumartesi. Arsenal maçı inanılmaz keyif verdi Spurs taraftarına ve teknik ekibine. Gelecek adına umutlandılar. Herkes 13 Kasım 2004'te Arsenal'in White Hart Lane'de 5-4 galibiyeti ile biten maçın bir benzeri mi olur diye bekledi ama 4-4 bitti maç. Fener çarşamba günü Arsenal ile oynadıktan sonra Galatasaray maçına çıkacak. Galatasaray'ın işi daha zor çünkü yolculukta yaşanacak herhangi bir sorun Galatasaray'ın sadece 2 gün olan hazırlanma süresini kısaltır ve dinlenme süresini iç eder. Arsenal de Fener maçından sonra içerde Man U maçına çıkacak ki bu Spurs beraberliği Fener için bu açıdan iyi oldu diyebiliriz. Liverpool'un 6, Chelsea'nin 3 puan gerisindeler şu an. Man U'nun bir maçı eksik. Eksik maçı aldığı taktirde 1 puan Arsenal'in önünde. Maçı da alırsa 4 puan önünde olur. EPL için çok önemli bir maça çıkacak Arsenal. Bu sebeple Fener maçında bazı as oyuncularını dinlendirebilir ya da sakatlık riskinden çekinir gibi geliyor bana. Diyeceksiniz ki Van Persie Kadıköy'de Wenger'in yanında oturdu. Sen neden bahsediyorsun. Deplasmanda 5 attığımız takıma içeride 10 atalım derseniz Fener'den 2 kırmızı çıkar, Lugano Adebayor'un ayağını eline verir. Hatta Fabregas'ın incelerine baltalar çıkar. Bu böyledir. Hele arkasından bir Man U maçı varsa daha edepli oynarlar:))Ha bütün bunları neden yazıyoruz? maç 3'te sınırlı olsun diye. Yoksa herhangi gibi bir beklentimiz yok.

29 Ekim 2008 Çarşamba

Tek korkum...


"Tek korkun seyircilerin sahaya inmesi ve indiler" gibi bir durum mu oldu acaba diye düşünmedim değil livescore'da Roma-Sampdoria maçınının ertelendiğini görünce. Neyse ki fotoğraf herşeyi anlatmakta. Canına tak eden Roma taraftarının elinden her maç yağmur kurtarmaz. Adam gibi oynayın sabrımız taşıyor:))

Kimler geldi kimler geçti?

Arsene Wenger 1 Ekim 96'dan bu yana Arsenal'in başında. Bu akşam Emirates Stadı'nda Spurs ile -hala- Londra'nın en büyük maçını oynayacaklar. Christian Gross, George Graham, Glenn Hoddle, Jacques Santini, Martin Jol, Juande Ramos ve son olarak Harry Redknapp. Spurs tarihindeki 22 teknik adamın 7'sini Arsene Wenger öğüttü. 8.si geldi. Mayıs 93'den günümüze ezeli rakibini kendi sahasında lig maçlarında yenemiyor Spurs. Chelsea-Liverpool maçında o gün bugün müdür bilinmez ama o güne en yakın gün bugündür diye yazmıştık. Bu kadarını bünyem kaldırmaz. O gün bugüne uzaktır.
Late Post: Uzaklar neredeyse yakın oluyordu. Spurs is back. 5 gelseydi Redknapp'ı yan mahalleye kadar omuzlarda götürürlerdi herhalde.

Ne güzel İstanbul (Ah güzel İstanbul)


9 Haziran - 1 Eylül ve 2 Ocak 1 Şubat tarihleri 2008-2009 sezonunun transfer dönemleri. 1. dönem ve 2. dönem. Ama Ekim ayında tazminatını verip Redkanpp'ı White Hart Lane'ye getirmesini biliyoruz. Ne güzel. "Aynı sezonda bir teknik direktör 2 takımdan fazla çalıştıramaz" kurallarına biraz daha eklemeler yapılabilir diye düşünüyorum. Başka türlü bu kıyım özellikle bizim gibi liglerde sürer gider. Hocaya aynı sezonda 2 takımdan fazla çalıştırma hakkı vermiyorsun ama takımlara bu hakkı tanıyorsun. Antalya 3'ledi bile. Bunun adalet neresinde diye sorgulamak isterim. Daha istikrarlı, teknik adam kıyımı yaşanmayan, teknik adamların daha rahat çalışabileceği bir ortam hazırlamış olmaz mıyız bu şekilde? Böylece takımlar daha dikkatli seçim yapacaktır ve günü kurtarma operasyonları azalacaktır. "Olmadı kovarız, ligde kalsak yeter zati" demeden önce bir kez daha düşünecektir yöneticiler. Bu aynı zamanda yardımcı hocaların da önemini arttıracaktır. O takımı yönetmeye ileride haiz olabilecek adamlar gerçekten o göreve getirilecektir. Yalandan kanun çalanlar değil.

Mustafa Denizli şampiyon yap bizi


2007-2008 sezonunun ilk 8 haftasına baktığımızda Galatasaray'ın 20 puanla lider olduğunu görüyoruz. Fenerbahçe'nin geçen sezonun ilk 8 haftasında topladığı puan ise 13 idi. Ve bu 13 puanın içinde GS-BJK ve TS maçları aynı bu sene olduğu gibi yoktu. Hatta bu sene ve geçen yılı karşılaştırdığımızda Belediye, Antep, Sivas, Bursa ve Hacettepe maçları ortak diyebiliriz. Hatta geçen sene ilk 8 haftada Manisa ve Rize gibi düşen takımlarla oynayıp puan kaybeden Fenerbahçe'de 5 ortak takım rakamını Kocaelispor'dan dolayı 6'ya çıkarabiliriz. Fenerbahçe bu sene geçen seneye oranla 1 puan eksik. Ama geçen sene liderin 7 puan gerisinde olan takım bu sene 6 puan gerisinde. Geçen sene ilk 8 haftada 2,50 puan ortalaması tutturan Galatasaray 2,32 puan ortalaması ile şampiyon oldu. Fener ise geçen yılın ilk 8 haftasında 1,625 olan puan ortalamasını 2,14'e yükseltti. İstatistikler geçen seneye göre pek bir farkın olmadığını doğruluyor. Artık hiç bir Fenerli ilk yarıdaki GS-BJK ve TS maçlarını içeride oynamanın dezavantaj olduğunu düşünmüyor. Düşünmemeli. Kaldı ki Bursa, Antep, Sivas ve Kayseri maçları oynanmış durumda. Bundan önceki yazılarımızda son 6 sezonun ortalama 23,16 puanla şampiyon çıkardığını, Fener'in de 12 +4 =16 (4 puanın, 4 büyükler ligindeki kayıp puanlar olduğu varsayılmıştır. Son 6 sezonda hiçbir takım 4'lü ligde 14 puandan fazla toplayamadığı için kayıp 4 puan olarak alınmıştır) kayıba ulaşma ihtimalinin yüksek olduğunu belirtmiştik. Tabi bunlar istatistik. Bu durumda ligimizin 78,84 puanla şampiyon çıkaracağını varsayıyoruz ki ilk 8 haftada bunu revize etmemiz gerekir. Bizim tahminimiz bu lig 70-75 puan arası şampiyon çıkaracaktır. Bunu yazdıklarımızı haklı çıkarmak için yapmıyoruz tabi ki. O yazıda da tamamen istatistiklerden yürüdüğümüzü belirtmiştik. Son 7 sezonun ilk 8 haftasını değerlendirdiğimizde 5 sezonda şampiyonun ilk 8 haftayı 4'lü ligde lider bitiren takımın olduğunu görüyoruz. 2 absürd sezon var. Hangileri? 02-03 sezonunda ilk 8 hafta 16 puan toplayarak 4'lü ligde 3. sırada olan BJK'nin (8 kayıp puan yapar) sonraki 26 haftada sadece 9 puan kaybederek şampiyon olması. Ve 03-04 sezonunda ilk 8 haftada 22 puanla sadece 2 puan kaybeden BJK'nın sonraki 26 haftada tam 38 puan kaybetmesi. Garip ötesi. Karıştırmayalım oraları derim. Karıştırmayalım yoksa Cem Papila'dan girer, Ali Aydın ve Sinan Engin'den çıkarız. Kimse de haklı olmaz.


İşin özeti şudur: Bu ligde son 7 sezonun 5'inde ilk 8 haftada lider olan takım (4'lü ligde) şampiyon oldu. Malum 2 sezon hariç. Ve bu sene ligimiz 70 puanla şampiyon çıkardığımız lige doğru gidiyor. 70-75 puan arası beklemekteyiz. Absürd 02-03 sezonunu ve bu senenin geçmiş versiyonu 06-07 sezonunu bir kenara koyarsak, ilk 8 haftada lider olan takımların puan ortalamaları düşmekte. 2,50 ya da 2,75'lik puan ortalamalarını ilk 8 haftada tutturup daha sonra 2,30'lu ortalamalarla şampiyon olunuyor. Direnç ve düşme korkusu arttıkça büyük takımların puan kayıpları artıyor. Fakat...06-07 sezonunun ilk 8 haftasında 2 puan ortalaması tutturan Fener, lig sonunda 70 puanla ve 2,05 puanla şampiyon oldu. (Yani bu seneye benzeyen sezonumuz) Puan ortalamasını arttırdı. Tüm bunları değerlendirdiğimizde 70-75 puan arası şampiyon çıkarırız. Bu da şampiyon olacak takımın daha 20-25 puan kaybedeceğini gösterir. Burada psikolojik savaş ortaya çıkacaktır ve bu savaşı galip bitiren takım ayakta kalacaktır. Arka arkaya 2 mağlubiyette helva gibi dağılan takım, kıçını toparlayamayan takım 03-04 sezonunda Beşiktaş'ın durumuna düşebilir. Ve bu 70-75 puanlık ligde kimse Mustafa Denizli ile Ertuğrul Sağlam arasındaki farkı yadsıyamaz. Aslında Mustafa Denizli'nin Beşiktaş'a vereceği bu noktada ortaya çıkmaktadır. Bu lig daha çok tecrübe ve yol bilen şoför gerektirir. Bana göre Beşiktaş 03-04 sezonunun direğinden dönmüştür. Şampiyon olur mu bilinmez. Ama şampiyonluğun bana göre en büyük adayıdır Beşiktaş. 6 kayıp puanından dolayı değil, bu ligin bu hocayı kaldıracağından dolayı. Olur, olmaz. Yanılırsak çıkar biz yanıldık deriz.

28 Ekim 2008 Salı

Olacağı buydu


Ljungberg Seattle Sounders'a transfer olarak Major League Soccer'a kapağı attı. Bu kadar Amerikalarda dolaşmasının sebebi başkanlık kampanyalarını yakından takip etmek değildi elbet. Seattle ligin yeni takımı. Ljungberg 2 yıllık sözleşme imzalamış. Her yıl için de 2.5 milyon USD alacak. Lig 2009'un Mart ayında başlayacağı için 2-3 ay daha Ljungberg Amerika'da gününü gün eder. 32 yaşında yıllık 2.5 milyonluk transferi herkes beceremez. Şamda kayısı olmuş Ljungberg için.

Redknapp


Harry Redknapp küçüklüğünde Arsenal taraftarı olsa da artık White Hart Lane'de. Pompey'i gayet iyi bir pozisyonda Tony Adams'a bırakarak Londra'ya gitti. Hem oyunculuk hem de managerlik kariyerinde oldukça önemli bir yer tutan West Ham'a Zola'dan önce düşünülen isimlerden biriydi Redknapp. West Ham'ı istemeyen adam Spurs'a evet dedi. Spurs Redknapp için 5 milyon pound tazminat ödemeyi kabul ederek transferi gerçekleştirdi. Tabi Ramos'la olan Poyet ve Alvares'e de oldu. Onlar da şutu yedi. Yardımcısı Tony Adams'ın kendisi ile gelmemesine şu cevabı vermiş "Tony Adams is an Arsenal man, and he wouldn't be a Tottenham man at all". Redknapp'in "61 yaşındayım. Emekli olmadan önce büyük bir takım çalıştırmak büyük bir fırsat" açıklaması açıksözlülüğün bu kadarı. Spurs mü Redknapp'ın üstüne atlamış yoksa Redknapp mı Spurs'un üstüne atlamış tartışılır. Bizim ligde şimdiye kadar 5 takımın hocası değişti. Ertuğrul Sağlam gitti Mustafa Denizli geldi. Hakan Kutlu gitti, Ünal Karaman geldi. Raşit Hocanın yerine Giray Bulak geldi. Antalya 8. haftada 3. hocayı gördü. Sırasıyla Hikmet Karaman, Jarabinskiy ve şimdi de yardımcısı Orhan Atik. Kocaeli'de ise Engin İpekoğlu'nun yerine Yılmaz Vural getirildi. Ramos, Redknapp, Tony Adams olayında şöyle bir durum var. Aynı ligdeki bir takımı bırakıp bir başka takımı çalıştırmaya başlıyor Redknapp. Biz de ise önce hangi hocalar boşta ona bakılıyor. "Nöbetçi hoca" tabirli oluşan bir sektörümüz dahi var. Bunun sebebi "bırakıp gitti", "takımı yüzüstü bıraktı" söylemlerinin böyle durumlarda üst seviyeye çıkıyor olması. Tazminatı ile değil mi kardeşim derler adama. Bu arada Redknapp'ın "sonsuz kredi" ile takımın başına geldiğini de belirtmek gerekir. Ama bir taraftan da giydiği "ateşten gömlek" var.

Yeniden Başlamak

Yorumsuz

İnci profiterol (Başka yerde şubemiz yoktur)

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki şahsımı ilgilendiren bir şekilde camiamızın yazılarına devam etmesi. Ama başka bir yerde ama mevcut yasal olmayan yollarla. Önceliğim budur. Dellenip yazılarına ara veren arkadaşlarımıza tavsiyem eskisi kadar yoğun olmasa da yazmayı bırakmamaları. Daha doğrusu teslim olmamaları. Onun dışında ister wordpress, ister blogspot...Farketmez. Ben yazılarıma burada yazmaya devam edeceğim. Çünkü ben yanlış bir şey yapmadım. Bu sebeple sadece kendime de olsa yazmaya devam edeceğim. Yukarıdaki fotoğraf İnci Pastanesi'nin. Başka yerde şubemiz yoktur. Ama yazımda da belirttğim gibi önemli olan yazmaya devam etmektir. Ama orada ama burada. Ötesi teferruattır. Teferruat kısmı beni ilgilendirmiyor. Yazın da nasıl yazarsanız yazın arkadaşlar. Ama az, ama çok. Ama orada, ama burada. Herkese selamlar.

27 Ekim 2008 Pazartesi

Doğan & Ciner

NTV ile baş edemeyip (bu baş edememe daha çok reklam gelirleri için ifade edilmiştir, izlenme oranları için değil) karasal yayın frekanslarını TNT'ye devreden CNN; kablolu, digitürk, D Smart ve uydudan yayın hayatına devam ediyor. Ciner grubu ise tam tersini yaparak bir türlü olmayan Kanal 1'i karasaldan çekti ve frekanslarını Habertürk'e kaydırdı. Doğan haber kanalının erişimini daralttı, Ciner ise genişletti. Kanal 1'in bol yabancı sinemalı bir kanal olmasını bekliyoruz. Habertürk artık kablolu, digitürk, D smart, udu ve karasalda. Kanal 1'in karasalı eksik. Yapılan operasyonun doğruluğu Kanal 1'in oluşturacağı prototipe bağlıdır. Doğru bir prototiple kanal mevcuttan daha yüksek reklam geliri elde edebilir. AB'ye oynayan kanalın protoripinin de AB olması gerekli. Karasalı terk etmesine rağmen doğru hamleler daha yüksek reklam geliri sağlayabilir. Habertürk; NTV, TGRT, 24 ve kısmen Skytürk ile karasal yayını yapan haber kanallarına katıldı. Habertürk büyük ihtimalle NTV'nin ardından 2. liğe kurulacaktır. Bunda da yeni kurulacak gazetenin TV kanalına sinerjisi etkili olacaktır. Gazetenin gücü Habertürk'ü daha çok itecektir. Eğer gazetenin ismi "Habertürk" olarak düşünülüyorsa, düşünme aşamasını geçmemesini tavsiye ederiz. Sıfırdan bir gazete grubun lokomotifi olacaksa bile riskleri beraberinde getirecektir. Habertürk'ü Habertürk'e bırakın.

Teşekkür

Teknoloji fakiri bendenize bu işten nasıl sıyırmanın yolunu yordamını gösteren Alper Öcal kardeşime nam-ı değer LAMBUJA'ya fikri hür, vicdanı hür nesiller adına teşekkürü bir borç bilirim.

Bursaspor ve Aybaba


Pazar gününü Bursa'da geçirdim. Tabi şehre ayak basar basmaz ilk işim "Olay" gazetesi almak oldu. Dün akşamki Fener-Bursa maçının yankılarını daha net alabileceğim gazete. Türkiye'nin Yeni Asır'la beraber en başarılı yerel gazatelerinden biri. Belki de en iyi iki gazetesi. Başlık 5-2'lik skordan dolayı tabi ki ulusal gazetelerden farklı. "Rezalet" ve "Yakışmadı" başlıklarını uygun görmüşler. Ben o kadar rezil bir durum görmedim gerçi ama neyse. Maça özellikle Gökhan Güleç, Romaşenko, Yusuf ve Sercan ile başlamayı biraz fazla abartılı bulmuş durumdalar. Bir yerde haklılar ama Josico, Selçuk ikilisi Sarp-Ozan ikilisini yenmedi bence. Ya da ilgili 4'lünün defansa hiçbir desteğinin olmaması Bursaspor'un 5-2'lik sonuna katkısı aman aman boyutlarda değildi. Galatasaray maçının 62. dakikasından itibaren ilgili 4'lü iş başındaydı. Sonra skoru korumak için bir bir oyundan aldın hepsini. Aybaba'nın belirttiği 2 önemli nokta var. Birincisi bu kadar kolay yersen diye başlayan kısım...Fenerbahçe geçen sezonki silahını hatırladı. Duran toplar. Lugano kafa gol, Edu kafa gol, Uğur'un ittirmesi kaktırması...Zaten 3 oldu. Bundan sonra toparla toparlayabilirsen. Geçen sezon 17 golü duran top organizasyonundan bulan Fenerbahçe'de birilerinin kafasına yeni dank eden birşeyler ve bu birşeylere çanak tutan Bursaspor. Buradan Aybaba'nın 2. önemli noktasına geleceğim. 90'lı Sercan'ı bu maçta beğenmeyebilirsin. Ama yediğin gollerin durumuna bakmadan çıkıp da bu çocuğu bu şekilde herkesin ortasına "atmanın" doğru bir tarafı olmadığını düşünüyorum. 18 yaşındaki çocuğu alırsın ve konuşursun. Önümüzdeki haftaya da istersen kesersin. Ama herkesin içinde bu şekilde eleştirmeni tartışırım. Sen havalandın, ben indiririm, bunu da tüm Türkiye duysun. Valla tribüne oynayan sensin bu konuda Aybaba. Küçük bir ekleme daha yapalım. Bursa hafta içi Fener'in duran toplarını nasıl etkisiz hale getiririm diye çalıştı mı? Suat Paçacı'ya soracağım merak ediyorum çünkü. Eğer çalıştıysa futbolcular hatalıdır. Ama İbrahim Öztürk'ün yokluğunda genç Serdar Aziz mi bu kadar etkiledi savunmayı. Van Belediye kupa maçında dahi bu çocuk 18'de yok. ilk 7 haftada sadece Kocaeli maçında 18'de var onda da oyuna girmiyor. İlk 7 haftada 0 dakika oynuyor, sonra sen bu adamı Kadıköy'de İbrahim'in yerine koyuyorsun. Yok muydu bu çocuğun 5'er-10'ar dakikası. Sercan, Serdar, Ömer, Aybaba. İğne, çuvaldız. Tribüne oynamak, takıma oynamak.

26 Ekim 2008 Pazar

Gün bugün müdür?


Pazar sabahı Mudanya'ya gideceğim için sabahın 6'sında kalkıp aşağıdaki postu girdim. Girdim ama bu sefer de sayfa hata vermeye başladı. Neyse biraz geç oldu, belki de anlamsız oldu diyeceğim ama bu devirde hiç de anlamsız değil diye düşünüyorum.

Şubat 2004'ten beri kendi sahasında lig maçı kaybetmeyen bir takımla oynayacak Liverpool bugün. Stamford Bridge'de en son Arsenal'e 2-1 yenildiklerinden beri tam 86 maç oldu. Liverpool'un Londra karnesi ise tam bir facia. 18 yılda sadece 1 galibiyetleri var. Bu süre içerisinde sadece 10 golleri var. Rafa'nın Chelsea ile 20'nin üzerinde maç yaptığı gerçeğini de göz ardı etmemek gerekir. (EPL, ŞL, Vs. Vs.) Rafa Torres'siz kazanabiliriz, gayet iyi durumdayız gibi bir açıklama yapmış. Man United maçını Torres'siz kazanmanın verdiği bir alışkanlık olsa gerek diyeceğim ama o gün de Torres ve Gerard kulübedeydi. Gerard'ı kullandı, gol gelince Torres'i riske etmedi. Liverpool'un da bu sezon arka arkaya kaybetmediği 16 maçlık bir serisi var. Bu serinin Liverpool'a kuracağı baskı Chelsea'nin üzerindeki baskıdan çok daha az olacaktır. Lampard ilk golü atmak çok ama çok önemli demiş. 2 takımın oyunu kilitleme konusundaki dahiyane başarıları malum. Zaten Lampard bu sebeple ilk golü atan galip olsun diyor. İlk golü atan kazanır demek istiyor. Bu sene farklı şeyler oluyor. Bu sefer olur mu? Benitez için şimdiye kadar olabilecek en uygun gün. O gün bugün müdür? Deco, Mikel, Lampard & Macherano, Xabi, Gerard diyerek bitirelim... Gün, bugün müdür? Gün bugün müdür bilinmez ama o güne en yakın gün bugündür.Ha bu arada maçı seyredemeyeceğim. Bu sebeple çok üzgünüm.

25 Ekim 2008 Cumartesi

2007 yılının Sabah Spor Servisi


Pek fotoğraf falan ekleyemiyoruz ama bir şekilde yazılarımıza devam etmeye çalışıyıruz. Madem ben bunu bir şekilde yazabiliyorum o zaman sen neyi engelledin diye de sormadan edemiyorum. Devrim'in Hıncal'la ilgili yazdığı bir yazıyı okurken zamanında yazdığım bir yazı geldi aklıma. Bir de diyeceğim şudur...Sıkmayın canınızı... Bir şekilde yazmaya bir şekilde okumaya devam. Ama bir cümle, ama 10 post. Ama az ama çok...Herkese selam olsun.

TARAFSIZ SABAH GAZETESİ SPOR SERVİSİ

31 Mart 2007 tarihli Sabah gazetesinde bir haber okudum. Galatasaray-Ankaragücü maçından 2 gün Fener-D.Bakır maçından 1 gün sonra. Tek bir nokta ve virgülüne dokunmadan alıntı yapıyorum.

”Cimbom rekora gidiyor”… 27 maçta 65 puan toplayan Galatasaray, kalan 7 maçını da kazandığı takdirde 18 takımlı liglerde en başarılı takım unvanını alacak. G.Saray bu sezon Eric Gerets yönetiminde 27 haftalık periyodda 65 puan toplayarak önemli bir başarı elde etti. Bu performans, lig tarihinde ilk 27 haftalara bakıldığında en iyi ikinci sezon. 1999-00 sezonunda Fatih Terim'in G.Saray'ı, 27 maçta 21 galibiyet, 4 beraberlik ve 2 yenilgi ile 67 puan toplamıştı. Sarı-kırmızılı ekip, 1996-97, 1998-99 ve 2002- 03 sezonlarında 27. haftayı 63 puanla geçmişti. G.Saray elde ettiği bu performansla bir rekor kırabilir. Kalan 7 maçını da kazandığı takdirde 86 puana ulaşacak sarı-kırmızılı ekip, 18 takımla oynanan liglerdeki en iyi performansa ulaşacak. Rekor, 2002-03 sezonunda 85 puanla şampiyon olan Beşiktaş'a ait. Öte yandan dün akşam D.Bakır'ı mağlup eden F.Bahçe de, bundan sonraki 7 maçını kazanırsa bu rekoru kırma şansına sahip. G.Saray, kalan 7 maçında 6 galibiyet alırsa 18 takımlı liglerde kendi rekorunu kıracak. Eski rekor, 1996-97 sezonunda 34 maçta toplanan 82 puandı.”

Yazının içinde geçen bir cümle şöyle: “Öte yandan dün akşam D.Bakır'ı mağlup eden F.Bahçe de, bundan sonraki 7 maçını kazanırsa bu rekoru kırma şansına sahip.”

Böyle mi olmalı bu haberin başlığı. Yazının içeriğini de geçtim yayınlanma tarihini de geçtim. İlk önce başlık böyle mi olmalı. Madem ki sen tarafsız Sabah gazetesisin tarafsız spor servisisin “Fener ve Cimbom rekora gidiyor” dersin. Okuyucum ne de olsa yer bunu kimse anlamaz dersin ama birileri yemez. Küçülür gidersin okuyucunun gözünde. Çünkü senin kalemin artık okuyucun gözünde tek renk yazmaktadır…

Zamanında böyle şeyler olmuş, bizde yazmışız

Bağımsızlık benim karakterimdir

"cumhuriyet sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister." M. Kemal Atatürk
Cumhuriyetimizin 85. yılı şimdiden kutlu olsun.

24 Ekim 2008 Cuma

O zaman vurun Benitez'e


Liverpool’un Atletico Madrid ile kesişen yolları ile ilgili bazı yazılar yayınlandı. Bunlara küçük bir ekleme yapmak istiyorum ki bu Rafael Benitez ile ilgilidir. Bakalım nerelere kadar uzanacağız. Uzanacağımız yer Benitez’de gözlemlediklerimizi sizlerle paylaşmak. Çünkü ben bu adama haksızlık yapıldığını düşünmekteyim. 2000-2001 sezonunda Tenerife’nin başındaki Rafa, takımını 3. olarak La Liga’ya taşımıştır. 2 Sevilla takımı Sevilla ve Real Betis 1-2 çıkarken Tenerife, Atletico Madrid’in avarejla üzerinde yer almıştır ve Atletico’yu Segunda Division’da bırakmıştır. Atletico önümüzdeki sene ligi 1. tamamlayarak La Liga’ya adım atmıştır. Tenerife’yi Sevilla’lı, Betis’li, Atletico Madrid’li, Albecete’li, Huelva’lı, Levante’li, Salamanca’lı Segunda Division’dan La Liga’ya taşıyan Rafa aynı sene Valencia’nın başına Hector Cuper’in yerine gelir. Zaten 1 sene sonra da Tenerife Segunda Division’a geri döner. Atletico Madrid’in önünde averajla takımı La Liga’ya çıkaramasa o sene Valencia’nın başına getirirler miydi Benitez’i orası bilinmez. Dönüm noktası mıdır bilinmez. Bana göre değildir. Aşağıda sıraladıklarımdan dolayı. Curro Torres, Mista ve Luis Garcia’lı kadrosu ile La Liga yapan Tenerife’den hemen Mista ve Curro Torres’i Valencia saflarına katar Rafa. Garcia bir sene daha Tenerife’de oynar ve sonra Atletico’nun çıktığı sene Atletico’ya transfer yapar. İlk Valencia senesinde Aimar alınır. Deportivo’nun 41, Real Madrid’in 44 gol yediği ligde Valencia sadece 27 gol yer. Takımın en golcüsü ise sadece 7 golle Baraja’dır. İkinci Ligden takımı La Liga’ya çıkarıp ertesi sene de farklı bir takımı La Liga şampiyonu yapmak herkese nasip olmaz. Sissokko, Aimar, Canizares, Ayala, Marchena, Albelda, Angulo, Baraja, Vicente, Carboni, Rufete, Mista, Djukic, Aurelio, Carew, Palop, Pellegrino…UEFA’da İnter’e o sene çeyrek finalde 1-1 ve 0-1 yenilerek elenirler. 4. turda Ersun Yanal’ın Gençler’i maçı uzatmaya götürür ama Vicente son noktayı koyar. Yine de Gençler Beşiktaş’tan çok daha dişli bir rakip olmuştur Valencia için. 2002-2003’te yine Inter’e yine çeyrek finalde bu sefer ŞL’de elenirler. Ligi de 5. bitirerek ŞL’yi kaçırırlar. Önümüzdeki sene ise hem ligi hem de Uefa’yı kazanırlar. 2.ligden takımı 1. lige çıkarmış, başka bir takımla tarihinde 5 şampiyonluk olan takıma 2 şampiyonluk vermiş, UEFA’yı kaldırmış, ŞL’de çeyrek final yapmış bir hoca. 4 seneye haddinden fazla şey sığdırmış olarak Liverpool’a ayakbastı Rafael Benitez. O sene Garcia, Morientes, Xabi Alonso’yu alır, Owen satılır. Yarı finalde oynadıkları Chelsea takımının 7 oyuncusu bugün hala Chelsea takımının bankosuyken o takımı eler. 2008'in bankosu. Öyle bakmak gerekir bence. Liverpool'da ise 2008’de o takımdan sadece Carragher ve Gerard banko oynamaktadır. Xabi Alonso’yu da ekleyebiliriz tabi. Hepsi bu kadar. Takımı aslında böyle oynatmak istemiyorum ama elimdeki malzeme ile bu takım böyle oynar demenin belki de açıklamasıdır bu. Eski dost Garcia ve Xabi o sene görevini fazlasıyla yapmıştır. Yani diyorum ki Zlatan’lı, Del Piero’lu, Emerson’lu, Nedved’li Camoranesi’li, Cannavaro’lu, Zambrotta’lı, Thuram’lı imdat, gayret ve yeterli Juventus’u şansla eleyip, yine şansla Chelsea’yi eleyip sonra da şansla Milan’ı eleyip, kupayı alamazsın. Sonraki sene Benfica’ya çeyrek final öncesi elenirler. Ama o sene de FA Cup’u kazanır Rafa. Bu arada lig hep boş geçmektedir ve asıl yapmak istediği kadroyu Rafa bize göre 2006-2007 sezonunda yakalar. Önümüzdeki yıllarda faydalanacağı adamlar yavaş yavaş kadroda iş tutmaya başlamıştır. Reina, Agger, Kuyt, Mascherano, ve tabi ki baba üçlü Alonso, Gerard, Carregher…Sonraki sene de kadroyu kuvvetlendiren Banayoun, Skrtel, Arbeloa, Babel, Lucas ve tabi ki sihirli değnek…Torres eklenir. Bu kadar yeter. Rafa’nın derdi bu takımla ligi kazanmak. En büyük ideali o. Yukarıda saydıklarım bu adamın öncelikle takımı çok iyi tanımak için çaba sarfettiğinin daha sonra da malzemeye göre yemek yaptığının kanıtları. Bu seneki Dossena, Riera, Keane aslında rotasyonun parçaları. (Dossena banko oynuyor ama öyle demeyi uygun gördüm)Her sene üstüne koyarak bu seneye bu kadroyu taşıdı. Yavaş, yavaş. Artık oynatmak istediğini oynatıyor takıma. EPL için daha yeni “ben de varım” dedi. Tam 4 sene sonra. Bu sebeple, 04-05 ve 05-06 örneklerini verdim size. Smicer, Baros ve Biscan’larla ŞL yaptı ama EPL olmadı. Önümüzdeki sene defansın göbeğine bir takviye ve orta saha için 1-2 temizleme operasyonu ile EPL’nin en büyük adayı olacağına inanıyorum. 2005 yılında ŞL’yi kazanan kadrodan oynayabilecek 3 adam kaldı. Xabi, Gerard ve Carragher. Bu da bir şeylerin kanıtıdır kanımızca. Özellikle 06-07 sezonundan itibaren atılan adımlar ve Xabi-Gerard-Mascherano alaşımına eklenen Torres Benitez’i oldukça rahatlamış durumda. Bu rahatlığa bir de 1+ Skrtel-Agger-Carragher eklenirse o zaman değmeyin Benitez'in keyfine. Macherano ve Torres’in ne kadar önemli olduğu da sanırım bu yazıda net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Esas çocuk transferleri onlardır varolanların üzerine. Bu sene korku salacaktır sadece. Önümüzdeki sene ise gereğini yapmaya çalışacaktır. Scolari gibi hazıra konmadı bu adam…Tırnakları ile kazarak geldi. Bu sebeple onu EPL eksikliğinden dolayı eleştirenlerin biraz daha olaya derinlemesine bakması gerekir. Gerekir ki 5 yıllık planın ilk bölümü bitmek üzere. Adaptasyon, kadroyu tanımak, eksikleri belirlemek, her sene üzerine koymak ve asıl amacı için yürümek. Eğer ki önümüzdeki sene EPL gelmez işte o zaman vurun Benitez’e. Ya da yeni bir sürece hazırlıklı olun. Ama daha değil. Daha zaman var. Saate bak ama daha vaktin var Rafa...Ama önümüzdeki sene de EPL gelmezse ben bile kurtaramam seni.

23 Ekim 2008 Perşembe

Kayıp Kuşaklara

Kayıp Kuşaklar yazımıza Alper Erdem kardeşimizden eklemeler geldi. Aşağıdaki gibidir.
Ben de kayıp kuşağın kombinelilerinden biriyim; ve tespitin şu kısmına kesinlikle katılıyorum. Neye nasıl tepki vereceğini bilmeyen bir yığın var ortada. 80 öncesi herşeye isyan eden kuşak da bugun diyor ki "bizi kışkırttılar ve amaçları için kullandılar, kullanıldık’’. Kim kaos çıkarıp puslu hava yaratmak istiyorsa o gençleri kullandı o zaman. Kullanılmamak mümkün değildi çünkü asi-isyankar- ve delikanlı bir nesildi o. O günleri yaşayan babalar ise çocuklarına "etliye sütlüye bulaşmasın" diye oksijensiz steril bir ortam yaratmaya çalıştılar. Darbe sonrası kuşak işte bizim kuşakdır.
Fener'e gelirsek... İnsanlar bi yandan isyan etmek istiyor bi yandan adresi bulamıyor. Başkan, hoca, yönetim, futbolcu? Benim inancım kurumlarda başarı ekip işidir ve bu ekibin başarı veya başarızlığını belirleyen de liderin ta kendisidir. Aziz Yıldırım herkes için halen tabu; birçok ilki yaşatan, kulubün yüzünü batıya çeviren, Ortega, PVH, Alex, Anelka, Kezman, R.Carlos'ları (alayını beğenirsin beğenmezsin) getiren adam. Mabedi, Fenerium'ları yaratan adam. 90'ların 16 senede 2 şampiyonluk gören (1985-2000) takımını, gruplarla boğuşan karışık camiayı, bugünlere getiren adam. 1 sene tolerans gösterilmez mi bu adama? Herkesin çıkmazı bu. Eleştiremiyoruz çünkü "eleştiren bizden değildir" muamelesi var ortamda. Halbuki ben hem başkanı seviyorum hem de transfer politikasını, hoca seçiminde bir standart tutturamamasını, en önemlisi planlı ve sistemli işleyen bir futbol kulübu oluşturamamasını eleştiriyorum.
( Löw, Rıdvan, Zeman, Turhan, M.Denizli, Lorant, Oğuz, T.Güney, Daum, Zico, Aragones- 10 senede 11 hoca, nasıl bir ekol, nasıl bir sistem oluşabilir ki?) Tek adam olma hırsı rahatsız ediyor beni..Hatadan ders çıkarılmaması rahatsız ediyor beni.. Selçuk, Maldonado, Deniz, Josico ile Lampard, Gerard, Pirlo, Diarra, Sisokko, Deco, Xavi'lerin olduğu arenaya çıkıp yarı final hedefi göstermek insanları aptal yerine koymaktır. Ezeli rakibinin UEFA kupasına tesadüf deyip, CL'de çeyrek final ertesinde bu hallere düşersen... İnsanlar neye isyan edeceğini şaşırırmış durumda. Ama topluluk psikolojisi birgün hakim gelirse ve o statta herkes başkan istifa diye bağırırsa.. O zaman geri dönüşü olmaz işte bu işin.
Kısaca Fenerbahçe başkanı futboldan anlamak zorunda değil ancak futboldan anlamadığını anlamak zorunda. İşi ehil insanlara bırakıp ekibi idare eden, yöneten kişi olmak zorunda. Kendi transfer yapıp, hoca seçip, futbolcu göndermeye kalkarsa hedef tahtasına oturur böyle. Bir insan hem Başkan hem yönetici hem T.Direktör hem menajer olamaz, olmamalı...

Saygılarımla
Alper Erdem

Yalanlama

Haber Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından hala yalanlanmadı. Aslında neyi bekliyoruz ki? Bursa maçı olmasa, deplasmandaki Arsenal maçı olur, o olmasa Galatasaray maçı olur o olmasa Beşiktaş maçı olur. Birinden biri olur. Görünen köy Alibeyköy.

22 Ekim 2008 Çarşamba

Edilgen Bomba

Hürriyet bombayı patlattı. Bursa maçının skoru ne olursa olsun Aragones'in maçtan sonra bırakacağını girdi. Tabi kaynak belirtmeden "dediği öğrenildi" tarzında. Şunun şurasında 72 saatten az kaldı. Hatta 69. Yarına kokusu çıkar. Fener yönetimi yalanladı yalanladı...Yalanlamadı tamamdır bu iş. Xabi Alonso transferi olmaz. Aradan 15 gün geçtikten sonra Fener yönetimi çıkar "asılsızdır" der. Bu sefer öyle olmaz. Yarına kokusu çıkar bu işin.

Baseball Sopası

Mississipi Burning'de "siyahların beyazlara karşı sopa sallayabileceği tek yer beysbol sahalarıdır" repliği geçer. Fotoğraftaki küçük adam Barrack Obama'dır.

Büyük Kaptan telefondaydı


Wikipedia ve sözlüğün yazdıklarını teyit ettirmek istemiştik. Teyid falan bahane aslında. Telefonun diğer ucunda büyük kaptan Fethi Heper'in olması bile beni oldukça duygulandırdı, mutlu etti. Türkiye Ligi'nin 69-70 ve 71-72 yıllarının gol kralı, Anadolu Üniversitesi Maliye Profesörü, Finlandiya takımı Mikkeli'ye bir maçta 4 gol sallayan Fethi Heper. Hepsinden öte Akademi'den yaratılan Anadolu Şimşeklerinin önce Türkiye daha sonra da Avrupa'da çakmasının lideri. Evet Türkiye'de 1.Lig'de oynamış ve profesör olmuş başka oyuncunun olmadığını kendisinden öğrendik. Tekrarladı Büyük Kaptan telefonda. “Biz o sene elimizden geleni fazlasıyla yaptık. Eğer yöneticiler ağırlıklarını koyabilseydi Eskişehir şampiyon olabilirdi” Üstüne bir kez daha bastı ki alalade söylenen bir söz değildi o. O söyledi bizim canımız yandı.
Fotoğraf: Fethi-Ender filelere gönder

Kayıp kuşaklar


Evet "hep destek tam köstek". Roberto'yu "ne eylese iyi eyler" pozisyonuna sokan zihniyeti herkeslere hissettirmek, garibanlarla dalganı geçip ıslıklamak...Bu iki yüzlülük Roberto bir maç sakat ya da cezalı olsa (sakat olmadığı sürece tapulu malı olduğu için)onun yerine oynayacak Vederson'u "ne eylerse güzel eyler" felsefesiyle alkışlar mı acaba? 80 sonrası kendini kaybeden, bulmak için de çaba sarfetmeyen kuşağı görüyorum Fenerbahçe kombinelerinde. Bastırılmış, sen bunu düşüneceksin denen kuşak. Diktelenen kuşak. Tepkisini tam gösterecekken önce etrafına bakan daha sonra da düşüncesine ket vurulan kuşak. Tepkisiz ve aynı renk-aynı kesim takım elbise giydirilen kuşak. Kayıp kuşak. Hepimiz bu kuşakta hıncımızı Kemal Sunal filmlerinden, halı sahadaki arkadaşımızdan, ilişkilerimizden, mizah dergilerinden almadık mı? Yansıtma teorisini en iyi şekilde uygulayan kuşak olmadık mı hep? Roberto'ya gösteremediğimiz tepkiyi Maldonado'dan ve Volkan'dan çıkarmadık mı? Yansıtmadık mı? Tepkisiz, kayıp bir kuşak görüyorum Fenerbahçe tribünlerinde. Tepki vermesi gerektiğini düşünen ama nereye vereceğini bilemeyen. Bilse de sol, sağ ve alevi-sünni gibi bölünen ve birbirinin sesini bastırmak için nefesini tüketip gerçekleri göz ardı eden bir kuşak görüyorum. Takkeler vardır. Düşer ve keller görünür. Ama bazıları kelleri de görmez. O zaman güneşin çıkıp keli parlatması beklenir. Güneşi beklemek...Zaten en zor kısmı da burasıdır. Destek artık köstek oldu...Tepkisizlikten...Nereye tepki vereceğini bilememekten. Kayıp kuşak oldu Fenerbahçe kombineleri. Ama şu da bilinmelidir ki Fenerbahçe Kulübü'nün sahipleri Fenerbahçe taraftarlarıdır ve Fenerbahçe taraftarı sadece kombinesi olan taraftar değildir. Eylem gerektiren sevgi bu değildir. Sevgi için sevgili gerektiğinde acı konuşur. Ama doğru konuşur.


Maç sonrası bir arkadaşım aradı. Olur mu dedi? "Ne olur mu" dedim bende. Galatasaray da Chelsea'den 5 yedikten sonra UEFA Kupası'nı almıştıya getirdi lafı. Bunu hatırlamak çok güzel de anlayamadığım "bu Fenerbahçe nasıl sana bunu hatırlattı"? Bunu bir kayıp kuşağın kombinelisi olarak düşünebilmesi de aslında hoşuma gitti.


Ramsey attıktan sonra Wenger'i gördünüz mü? 90. dakikada gelen golden ziyade Ramsey'in ilk ŞL maçında gol atması oyuncusunun geleceği için çok mutlu etti Wenger'i. Bu görüntü Wenger'in hayellerini gerçekleştirmesinin hafızamda donarak kaldığı görüntülerden olacaktır.


Bundan önceki postta siz Uche'yi hiç yerde gördünüz mü diye sormuştum. Edu ve Lugano'yu libero önü çift stoper kıvamına sokan Selçuk ve Maldonado'ya ne sözümüz olabilir ki. Eğer ki sen Arsenal maçına Selçuk-Maldonado olmadı Josico diye çıkarım diyorsan benim ıslıklarım Maldonado ve Selçuk'a olmaz. Olanlar kayıp kuşaklardır. Son sözüm yine kayıp kuşaklara. Siz hiç Zlatan'ın, Nistelrooy'un, Berbatov'un, Adebayor'un, Inzaghi'nin, Etoo'nun hatta Toni'nin deli dana gibi sahayı bir baştan bir başa katettiğini gördünüz mü? Bu arkadaşların deli dana gibi sahayı bir baştan bir başa katettmeye güçleri yok mu? Yoksa en güçlüleri Güiza mı? O gücü son vuruşlara saklasa daha iyi olacak.

Hep Destek Tam Köstek

" HEP DESTEK TAM KÖSTEK" OLUYOR ARTIK. KÖSTEK OLMAYA DEVAM.

21 Ekim 2008 Salı

Devre Arası


Hadi dünyadaki örneklerini geçelim. Siz hiç Uche'yi ayağının kırıldığı pozisyonun dışında yerde gördünüz mü? Bizim Lugano ve Edu yerden kalkmıyor. Sanki Fener zamanın Alman takımları gibi bir libero ve iki stoper oynuyor ve bizim Lugano ve Edu da takımın stoperleri. Komik durumlar oluyor. "Back to the Future" değil "Back to the Back". Aragones de Doktor...Yani C. Lloyd.

Arsenal gel sen de al?


Medya ve sporda şiddet tezini hazırlarken Galatasaray'ın Leeds maçı, öncesi ve sonrasını mercek altına almış ve detaylı olarak incelemiştim. Beyazıt kütüphanesinde Nisan 2000 tarihli Fanatik ve Fotomaç gazetelerinin fotokopilerini çekmekten bıkıp usanmıştım. Finalde Arsenal rakip olduğunda Star gazetesi şöyle bir manşet atmıştı... "Arsenal gel sen de al". O geldi aklıma şimdi.

Pro License beklemek


Newcastle taraftarının Shearer'i bir gün takımın başında görmek istemesi kadar normal bir durum yok. İçeride aldıkları City beraberliğine dahi "gelecek adına umut verici" olarak bakabiliyorlar. Shearer'in şu an pro licence'si yok. Yani hoppadanak Newcastle'nin başına yasal olarak geçemez. 2003 yılından beri İngilitere'de top level bir takım çalıştıracaksan bu belgeye sahip olman yani "biraz ders çalışman" gerekli. (İsteyen pro licence yazarak wikipedia'dan takip edebilir.) İngilitere'nin 20. büyük şehri olmasına rağmen 52.387 kişilik kapasitesi ile 20 takımlı ligin en yüksek kapasiteli 3. stadı olan St. James' Park, bu kadar başarısızlığa rağmen ilk 8 haftada 47.199 kişi ortalamaya oynadı. İtalya güneyinin, İngiltere kuzeyindeki temsilcisi Newcastle, taraftarıyla var olan bir kulüp. Ve İngiltere'de deplasmana gitmek denince ilk akla gelen kulüp diyebiliriz. Taraftar Shearer'e baskı kuracaktır ve kurmaya da başlamıştır. Bizim evladımız senaryosu bu kulüpte işler. Shearer pro licence almak için başvurdu mu? Evet başvurdu. Daha geçtiğimiz günlerde Blackburn'den gelen teklifi reddetti mi? Reddetti. Newcastle doğumlu Sharer Newcastle'yi, Newcastle'de Shearer'i bekliyor. Kariyerine Newcastle ile nokta koyan Sir Bobby Robson Shearar'i kulübe öneriyor, kulübü çok iyi tanıdığını, taraftarı çok iyi bildiğinden bahsediyor. Alan bu işi çok güzel yapar diyor. Shearar ise "managerial interests me" diyerek zaten mesajı vermiş durumda. İstemese pro licence neden alsın? Shearer kulübün içinde bulunduğu durumun farkında. Ve bu kulüp an itibari ile satılık. Ocak ayına kadar satışın netleşmesi bekleniyor. Futbolculuk tarihinde sadece 3 takımda oynamış ve 300'e yakın gol atma başarısı göstermiş Shearar istikrar için şartların oluşmasını bekliyor. Pro Licence almayı değil.

Lincoln Vakası


Skibbe demiş ki "Zaten Lincoln için en büyük ceza Eskişehir maçında forma giyememek. Bu sebeple ceza vermeyeceğiz" Ceza verilmesine sanki kendisi karar veriyor da. Galatasaray Eskişehir maçından sonra içeride Antep'le oynayacak. O maçta da başka birisi maç 3-0'ken aynı şekilde kırmızı görsün ve Skibbe yine çıksın desin ki ".....için zaten en büyük ceza Fener maçında oynmayacak olması. Bu sebeple ceza vermeyi düşünmüyoruz". Problem burada Lincoln'ün ucuz kart görmesi de değil. Kendini kasıtlı olarak attırması. Galatasaray yönetimi ucuz sarı kartlara 5.000 Euro ceza vereceğini açıklamıştı. Bu ceza da Lincoln'ün durumu ile rafa kalmış oldu. Madem uygulayamazsın o zaman neden çıkıp böyle kriterler belirlersin? Lincoln'ün kart sayısına da baktım. Sadece Antalya maçında gördüğü bir sarı kart var. Hani sınırda olsa kendi çaplarınca bir düşünce içerisindeler diyeceğim ama o da değil. Lincoln, bayrak dansı sonrası atılmamasına şaşırdı. Daha sonra da "acilen kendini attırdı". Önce bayrak dansını yapar "Bünyamin Uyurgezerlik yapmaz" ve daha sonra da ikili mücadeleden atılır, ehhhhh deriz biz de. Ama senin sarın var ve haydiiiiiiii bayrak dansı....Şimdi Wolfard'a tedaviye gitmesin sakatlanıp...Yönetimin çifte standartları devam ettiği sürece futbolcu kendi adaletini sağlamanın peşinde koşar. İnsanoğlu adaletin peşinde koşar. Dağıtamazsan tabi...

20 Ekim 2008 Pazartesi

Bilmem?

Güle güle mi diyor yoksa? Spurs dibi görmüş durumda. Lig sonuncusu. Sadece 2 puanı var. Fulham'la beraber ligin en az gol atan takımı. (5) Lider Chelsea ile arasında 18 puan fark var. Fulham'ın attığı 5 ama puanı 7. Rebrovçenko bu hafta oyuna sonradan girdi, henüz golü yok. Moskova'da kalsaydı hem topunu oynar hem de siyasetini daha rahat yapardı. İşin garibi Spurs'un puanlarından biri Chelsea'den. Juande Ramos Udinese ile deplasmanda oynayacak. Daha sonra içeride Bolton ve hemen arkasından Emirates'de Arsenal maçı var. Sonra içeride Liverpool ile oynayıp yine içeride Dinamo Zagrep ile oynayacaklar. Sonraki maç City ile Manchester'de. Çorluka ve Modric yeniden eski takımlarının taraftarlarının önüne çıkabilirdi ama maç içeride. Hulasa, çık UEFA maçlarını...Bolton, Arsenal, Liverpool. Bu saate kadar kovulmayan adamı sen neden Liverpool ve Arsenal'e yenildin diye kovacaklarsa akıllarına şaşarım. Bence kafası daha rahar artık Ramos'un. Şu 2-3 günü de atlatırsa 1 ay daha Londra'da.

Lincoln...Merry Christmas


Özellkle Christmas tatiline denk gelen dönemlerde erken tatile çıkmak isteyen yabancı futbolcular bu yola sıkça başvururlardı ülkemizde. Ucuz kartların TSL'deki fazlalığını 4-5 post önce yazmıştık. Bedava fiyatına. Lincoln'ü Eskişehir'de pek sevmiyorlar diyeceğim ama böyle bir durum yok. Dün maç oynanırken Lincoln bayrağı kaptığı gibi içimden "bunun önümüzdeki hafta işi var" dedim. Bu kadar ucuzluk olabilir mi? İşi olmasa da düşündürtüyor adamı. Ayrıca bu düşüncelerimde yalnız olmadığımı düşünüyorum. Şimdi alacaksın bu adamı sen de geleceksin Eskişehir'e diyeceksin. Tıpış tıpış Eskişehir'e gidecek ve Abdullah Gegiç kapısını görecek. Zaten cezalı oyucuların da götürülmesi gerektiğini düşünüyorum her zaman. Hadi sakatsın ve tedavini yaptırdığın için gelemiyorsun maça? Cezalıyken neden götürmezsiniz bu adamları? Kılları mı dönüyor?

Prof. Dr. Fethi Heper




Sn. Fethi Heper'in dışında hem 1.Lig'de oynamış hem de "Profesör" olmuş futbolcumuz var mıdır acaba? Bilen varsa ve bizlerle paylaşırsa çok makbule geçer. İlla profesör olmasına da gerek yok canım "Dr." ya da "Doç." da olabilir. Anadolu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakiltesi'nde Prof. Dr. Fethi Heper öğrencileri aydınlatmaya devam etmektedir. Öğrencisi olacaksın ki bütün sınıfı örgütleyip o yılları bir kez daha dinleyesin Fethi Kaptan'ın ağzından. Saygılarımla.

19 Ekim 2008 Pazar

Bursa-Eskişehir dostluğunun hikayesi

Anadolu ihtilalinin mantığı diyerek mi başlasak sözlerimize yoksa Trabzon’dan önce bu şansı yakalayıp da kullanamayan iki şehrin hikayesi mi. Dedik ya daha önce bu haftanın maçı Galatasaray-Trabzon maçı değil bize göre. Kendilerinin deyimiyle "Kahpe Bizans"a karşı direnişin ilk kaleleriydi onlar. Trabzon Trabzon olmadan önce. Bursa ve Eskişehir. Ve bu iki şehrin şimdi tebessümle hatırlanan ebedi dostluklarına uzanan uzun yol. Amigo Yaşar’ın dediği gibi “kavga olmadan muhabbet olmuyordu be”. Ya da Fethi Kaptan’ın dediği gibi “o olaylar olmasaydı bu dostluk belki de kurulmazdı”. Bu dostluğun etkileyici bir de öyküsü var. Ondan bahsetmek istedim size. Haftanın anlam ve önemine de uygun oldu. Cuk oldu. İlk olarak 4-5 sene önce Olay Tv’de seyretmiştim. E tabi yıllar sonra Bursa ve Eskişehir ilk kez karşılaştıkları zaman bu yayın kaydını Olay Tv’nin arşivinden çıkartmamak olmazdı. Ellerine sağlık Ersel kardeşim. Sağ ol, var ol. Gelelim hikayeye. Kurban bayramı. 3 Nisan 1966. Ama biraz öncesine gitmek gerekli. 59 yılı. Türkiye Ligi’ne artık İstanbul-Ankara-İzmir yetmemekte ve il sayısını arttırmak için Başkan Apak çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar doğrultusunda Federasyon Başkanı Bursa’ya gider. Acar İdman Yurdu, Akın Spor, Muradiye’nin Çelik Spor’u, Pınar Spor ve İstiklal Spor birleşerek 5 yıldızlı Bursaspor kurulur. 50.000 liralık temin da bir şekilde halledilir. 1 Haziran 1963 tarihinde Uludağ’ın beyazı ve ovanın yeşilinden renklerini alan Bursaspor kurulur. Ersel’li, Vedat Okyar’lu ve Mustafa Altıntaş’lı Bursaspor, şampiyonluğu 1. Lig tecrübesi olan Vefa’ya kaptırır ve 1.lige çıkma umutları önümüzdeki seneye kalır. Eskişehir’de ise genelde İktisadi ve Ticari Bilimler Akademisi öğrencilerinden oluşan Akademi Spor üniversiteler arasında önüne geleni deviriyordur. Hatta Ege Üniversitesi'ne bir maçta Fethi Heper 6 tane salladıktan sonra dönemin Federasyon Başkanı Dr. Burhanettin Türker “yahu siz neden 2.ligde oynamıyorsunuz?”der. Ve İzmir dönüşü İdman Yurdu, Esnaf Spor ve Akademi Spor’un birleşmesi sonucu 3 yıldızlı Eskişehirspor kurulur. Flamadaki 3 yıldız bu takımları simgelemektedir. Akademi gençleri zaten dönemin Türkiye şampiyonudur. Renkler ise o dönemin Avrupa Şampiyonu Nantes ve Federasyonun Gençlerbirliği başkanlığı da yapmış başkanı Orhan Apak’a jestidir. (Nantes'in renkleri? İki kere dinledim Nantes diyor. Demek ki o zaman kırmızı siyahmış) 65-66 sezonunda Federasyon 2.ligi kırmızı grup ve beyaz grup olarak ikiye ayırmıştır. 4’er takımlı. Bursa ve Eskişehir aynı gruptadır. Beyaz Grupta. Eskişehir’in 2.ligdeki ilk yılıdır. Bursa ise 1.lig hasreti ile yanıp tutuşmaktadır. Eskişehir kayıpsız yoluna devam etmekte Bursa ise 1 mağlubiyet ve 1 beraberlikle yoluna devam etmeye çalışmaktadır. Ve Bursa Sakarya’da Müfit’in golüyle 1 puanı kurtarır ve Bursa’daki Bursa-Eskişehir maçı gelir çataaaar. Eskişehir’in binlerce bilet talebi olur. Tabi Bursa bunu kabul etmez. Özellikle maçın bayramın birinci gününe denk gelmesi maça olan ilgiyi daha da fazla arttırmıştır. Eskişehirspor’a Bursa’daki otellerde yer olmadığı söylenir. Fethi Heper bunu “oteller cam ve çerçeveleri inecek diye korktu” sözleriyle açıklar. Devam eder Heper “Mudanya’da bir otelde kaldık. Altında atların olduğu, tuvaletinin dışarıda olduğu, duşunun pek de olmadığı bir otel. Cumartesi iki sandalla denize açıldık. Moral gezisi. 3. bir sandal geldi yanımıza ha bire su atıyor kavalarla. Kıyıya vardığımızda sırıl sıklam olmuştuk. Pazar maça giderken ise otobüste çıt çıkmıyordu. Fırtına öncesi sessizlik gibiydi. Bursa’ya vardığımızda şehir süslenmişti. Bayraklar, flamalar. Bursa tezahüratlarla inliyordu.”İsmail Arca ise şöyle devam ediyordu” Cehennemi andırıyordu. Isınırken birbirimize sesimizi duyuramıyorduk. Birbirimizi duyamıyorduk.” Bursa maça sorunlu başlamıştı. Rahmi Okyar yeni transfer Atilla’ya yer bulmak için Müfit’e “sen bugün sol bek oynayacaksın” demişti. Buna Müfit’in cevabı “o sol bek oynasın” oluyordu. Rahmi Okyar’ın Müfit’e cevabı ise netti. “O zaman sen oynama”. Ersel sakattı. İstanbul’da tedavi görüyordu. Perşembe günü geldi ve idmana çıktı. Rahmi Okyar “kendini nasıl hissediyordun” diye sordu Ersel’e. Ersel’in verdiği cevaplar neticesinde de “bir yarı oynayacaksan hiç oynama” dedi. Ersel ve Müfit tribüne gönderildi. Eskişehir ise tabiri caizse “zımba gibi” hazırdı maça. Ne olduysa maç başlamadan önce oldu. Bir Eskişehir taraftarı yeşil beyaza boyadığı bir kovayı statta dolaştırmaya başladı. Kapalı tribünün önünde de eliyle deldi. Bu hareket olayların da başlamasına neden oldu. Kovayı dolaştıran arkadaş odunu yedi ve Eskişehir taraftarının üzerine yağmur gibi taş inmeye başladı. Neyse ki olaylar biraz yatıştı ve maç başladı. Bursalı olan ama Eskişehir’de okuduğu için Eskişehir’de oynayan Hasan Bora’nın Fethi’ye asisti sonucu Eskişehir 17. saniyede öne geçti. İlk yarı böyle bitti. İkinci yarı maç 3-0 oldu ve akabinde 3-1 maç sonucuydu. Maç bitti ama özellikle 3.golden sonra 1. lig hayalleri mucizelere kalan Bursalı taraftarlar Es Es taraftarına yağmur gibi taş atmaya başladı. Polis yetersiz kaldı. Olaylar stadın dışında da devam etti. Kendisine “Amigo Yaşar biz ölürüz” pankartı açılan Yaşar olayları şöyle açıklıyordu. “Bana engel ol deniyordu ama neyi engelleyecen yahu istiklal harbi gibiydi.” Dışarıda kimin Bursalı kimin Es Es’li olduğunu anlamak için Bursalılar yakaladıklarına şehrin semtlerinin hangi yönde olduğunu soruyor bilemeyeni sopalıyorlardı. Jandarmanın oradaki dereye bir çok Es Es’li atıldı .SSK’da 38 yaralı vardı. Amigo Yaşar sözünün arasına şu cümleleri sıkıştırdı “Onlara hak ettikleri cezayı fazlasıyla verdik”. Fethi Heper maç sonunu şöyle anlatıyor. “Tam 5 saat mahsır kaldık statta. Bütün her yer cam kırığı içindeydi. 8.30’da Yalova üzerinden Eskişehir’e yola çıktık. Mudanya yolunda Bursalılar yolumuzu bir benzinlikte kesti. Bizden biri tabanca çekti ve yola devam ettik. Bizi istasyon Caddesi’nin girişinde taraftarlar karşıladı. 150 metreyi bir buçuk saatte gidebildik. Neyse oturduk akşam bir yere, ben de bir bira içiyorum. Abim geldi. Sen ölmüşsün dedi. Seni anneme götüreceğim, seni görsün ondan sonra ne yaparsan yap.” Olaylar Eskişehir’e öyle bir ulaşmıştı ki ölenlerin olduğu söyleniyordu. 3 ölü var söylentileri Eskişehir’i ayağa kaldırmıştı. Şehirde ne kadar Bursa kebapçısı varsa hepsinin camı çerçevesi inmişti. Mustafa Kemal Keskin adındaki bir Avukat da Eskişehir’de mola vermişti. Olan adamın Emek Oteli’nin önündeki Mercedes’ine oldu. Polis kontrolünde olmasına rağmen Mercedes Porsuk’a atıldı. Mercedes 16 plakalıydı. Bursa plakalı araçlar Eskişehir’den Eskişehir plakalı araçlarda Bursa’dan geçemiyordu. Ama bunun da bir yolu bulunmuştu. Fethi Heper bunu Türk zekasına bağlamıştı. “ Biz Bursa’dan geçerken 26’nın 2’sini 1, Bursalılar Eskişehir’den geçerken 16’nın 1’ini 2 yapıyordu”. 29 Mayıs 1966’da maç bu sefer Eskişehir’deydi. Bursalı taraftar tabi ki yoktu. Zaten maç ertelenene ertelenene bu günlere gelmişti.Es Es şampiyonluğa koşuyordu. Gazetelerin başlıkları ise şu şekildeydi. “Türk futbolu Eskişehir’de imtihan veriyor.” O maçı Ersel Altıparmak şöyle anlatıyor “Şehir bomboştu. İnsanların camlardan bile bakmalarına izin verilmiyordu. Yollara ise Eskişehirliler şöyle yazmışlardı “Maçtan sonra öldüreceğiz”. Maç 0-0 sona erdi. Maçta çok kötü bir gol kaçırdım. Maçtan sonra herkes dedi ki iyi ki o golü atmamışsın. Bizi staddan taksilerle kaçırdılar. Taksiler taşlandı ve kafası yarılan oldu” Lig bittiğinde 21 puanlı Altınordu ve Eskişehir 1. lige 19 puanlı Bursa ise 2. lige devam ediyordu. Daha sonra Bursa da 1.lige çıktı ve iki takım bu sefer 1.ligde buluştu. Dostluk köprüsünün kurulması için atılan adımları Fethi Heper şöyle anlatıyor. “Gemlik’te bir dostluk maçı oynamaya karar verdik. Başkanlar yok, taraftar yok. Sadece biz varız. Bursa’nın kaptanı Mesut’a dedim ki o gün “bu maç berabere bitecek” Mesut da tamam kaptan dedi ve maç 7-7 ya da 8-8 berabere bitti. 67-68 sezonunda iki kulübün yöneticileri bir araya geldi. 2 ayrı şehirde birer dostluk maçı oynanmasına karar verildi ve o maçların anısına mendiller bastırıldı. Kara bulutlar dağılmıştı. Fethi Heper belgesel kıvamındaki programın bir yerinde şöyle der “ Eğitimli adamla çalışmak kolaydı. Söyleneni bir seferde anlıyordu 10 kere tekrar etmek durumunda kalmıyorduk. Ve tabi takımın Akademi Gençlik de beraber oynaması da bir diğer avantajımızdı. Amigo Yaşar, Eskişehir amigosu Yaşar’ı anlata anlata bitiremiyordu. Hatta Bursalı Müfit maçı bırakıp onu seyrediyorduk diyordu. “Kırmızı Şimşek hey hey hey” deyince Orhan dönüp seyretmeye başlıyorduk. Ve kaydın içindeki en can alıcı sözlerden birini yine Prof. Dr. Fethi Heper söylüyordu “Biz o sene elimizden geleni fazlasıyla yaptık. Eğer yöneticiler ağırlıklarını koyabilseydi Eskişehir şampiyon olabilirdi” sözlerinden söylemek istemediği ama aslında çok şey söylediği sözleri cımbızla aldık Fethi Kaptanın. Kim bilir belki de Ersel’li Bursa konuşulduğu gibi o sene Es Es’e yatsaydı ve maç berabere bitmeseydi…Bursalıların yatmadığını anlamıştı Eskişehirliler ama dakika 70 olmuştu bile:)) 70-71 sezonunda kupa finalinde karşılaştı 2 takım. Bursa’daki ilk maçı Bursa 1-0 kazandı. İkinci maçı Es Es 2-0 aldı ve kupayı Es Es kazandı. Bursalı Sinan Bür o günleri şöyle yad eder “O kupayı kazanamamanın ezikliğini sürekli hissettik”. İktisat Profesörü Fethi Heper şöyle der “O zamandan bugüne iki şehrinde ekonomisi çok çok ileride. İleriye de gidiyor. Ama her iki şehirde de futbol geriye gidiyor.” Sözlerimize Amigo Yaşar’la devam edelim. “Yeşil Beyaz formamız açar, Bursasporluyuz yıkılsa cihan, Bursasporluyuz yıkılsa cihan, Güm bom güm bom güm bom güm bom şutlar çekeriz, Hasım kalesini deler geçeriz.” Ve şöyle bitirelim. Ersel Olcay kardeşim sana bir kez daha teşekkür ederim. Bursa ve Eskişehir'e de derim ki "Bizansa karşı yürüyedurun".

18 Ekim 2008 Cumartesi

Fenerbahçe yedek kulübesi


Ve Volkan Babacan

Özlü sözler

Analiz etmek tercüme yapıp, kesip yapıştırmak değildir. Analiz etmek "çözümlemek"tir. Anlamı ve niteliği anlaşılamayan bir konuyu açıkladıktan sonra sonuca bağlamak, tahlil etmek, analiz etmek'tir. Anlamını açıklamak için TDK'dan kopyala yapıştır yapılmıştır.

Şortlara reklam


Bu sene TSL'de bir ilk gerçekleşti ve TFF'nin izniyle şortlara reklam alınmaya başlandı. Bunun ilk uygulayıcısı da Antalyaspor oldu. Takipçisi Kocaelispor. Ben reklam vereceğim de Kocaelisporlu futbolcular formalar fora gezecek. Var mı böyle bir şey ya. Semavi ve Taner Gülleri'nin formalar şortların dışında. E o zaman ben neden şorta reklam verdim ki. Sanki "abi şortun kıçında reklam mı olur" bari biz kapatalım da rezil olmayalım der gibi Kocaelili futbolcular. Al bir komedi daha. Batıyor bana...Yazmasam olmaz, yazsam maç bitiyor. O yüzden ne yapacaksın? Bizim ülkede şorta değil formanın arkasındaki numaranın altına alacaksın reklamı...

Dakikalar geçmiyor ki


Dakikalar geçmiyor ki güler misin ağlar mısın serimize yeni bir kahraman eklenmesin değerli blog okuyucuları. Semavi. Uğur Boral kendini yere bırakır ama kart ağırdır. Semavi hakemden kart ister. Hakem de hay hay der ve Semavi'ye kartı gösterir. Eğlencelik olmaya başladı

Tam da bunu demek istedik


Kocaeli-Fener maçının devre arası. Tam da bunu demek istemiştik. İlk yarı 4 sarı kart var. İlk 2'si tam evlere şenlik. Korner kullanılıyor. Tolga Seyhan ve Lugano birbirini çekip duruyor. Hakem uyarıyor. Sonra yine devam ediyorlar ve hakem karşılıklı kartları çekiyor. Güler misin ağlar mısın? Hakem bu akşam 2 defans oyuncusu Pepe ve Ujfalusi'yi uyaracak benzer şekilde... sonra devam edecekler ve karşılıklı kartı yiyecekler. Shuster kafayı koymasa Aguirre kafayı koyar birine. Sonra Alex'in kartı...İtiraz. Semih'in tamamdır. Sarı kartın ağa babası. Bunu demek istiyoruz işte. Şimdi bekliyorum ki aynı pozisyondan Bülent Yıldırım ikisini de atsın. İkisi de rahatlasın. Bu kadar basit mi bu iş yahu?

Toplam Kalite


EPL’de şimdiye kadar 7 haftada 138 maç oynanmış. 10 kırmızı, 189 sarı kart var. 0,072 kırmızı 1,3695 sarı maç başı ortalamaları. TSL’de ise şimdiye kadar oynanan maç sayısı 108. Tam 22 kırmızı, 211 de sarı kart var. 0,2037 kırmızı,1,9537 sarı maç başı. Geçen 6 haftada kırmızı kart görmeyen takım sayımız sadece 5. Hatta Antalya 6 haftada 22 sarı kart görmeyi başarmış. Belediye, Antep ve Ankaragücü’nün kırmızılarını topladığın zaman zaten 9 yapıyor. Adamların liginde şu an 10 kırmızı var. Geçen sezonu TSL 59 kırmızı ve 1390 sarı ile kapatmış. Geçen sezon 59 kırmızı var, bu sezonun ilk 6 haftasında ise 22. Böyle gidersek 124’leri 125’leri buluruz. Sarı kartlarda ise düşme var. Geçen sezonun ilk 6 haftasında 10 kırmızı 290 sarı kart varmış. Şimdi ise sırasıyla 22 ve 211’deyiz. Sarı azalıyor, kırmızı artıyor. Yine geçen sezonun sarı kartlarına bakarsa 1390 sarı kartın 232’si itiraz. 77’si ise oyunu geciktirme. Çakallık girişimleri diyelim. Birileri de profesyonellik der başka bir posta konu olur. 10’u ise baraj metrajında hakemle anlaşamamaktan. Bunlardan biri de gidiyor istatistik hanesine “oyun kurallarını ikinci kez ihlal ederse” diye işleniyor. Açılmadın ya da itiraz ettin sonra ikili mücadeleden şut. Hep eninde sonunda “toplam kaliteden” söz ediyoruz ya sürekli yine maalesef aynı noktaya geliyoruz. Sadece EPL tabi ki kıstas değil. Ama sarı kartların %25’e yakını “ikili mücadeleden" değil. Hakemlerimiz ise tam FIFA’cı. Talimat neyi gerektiyorsa anında uygulamaktalar. EPL’de adamların ortaya masaya koyup hakemle pozisyonu tartışmadıkları kalıyor bir tek. Ayaküstü oluyor yani masada değil. Hakem sarı kart gösterecekse bir gazını alıyor futbolcunun, açıklamasını yapıyor daha sonra da nazik bir şekilde çekiyor kartını. Biz de ise adama potansiyel kırmızı kart görecek adam gibi yaklaşılıp ağzının içine carrrttttttt diye sokuluyor o kart. Futbolcu bu sefer daha da fazla agresifleşiyor. EPL’de FIFA’ya bağlıysa orada FIFA’nın kuralları daha farklı herhalde. Kolay kart görüyoruz hem de çok kolay. İnanın ikili mücadelelerden dolayı görülen kartları bir tarafa koyuyorum. Hadi başım üstüne. Ama hala bir adam gol atıp formasını çıkarıyorsa, ya da hekeme gözlük yapıyorsa ya da yan hakeme “akıllı ol” diyorsa işini gücünü bırakıp başka yerleri çalışıyordur. Hakemlerimize gelirsek. İtiraz kısımlarını bir kenara koyarsak. Bazı ikili mücadele pozisyonlarında o kadar basit kartlar çıkarıyorlar ki futbolcu 15. dakikadan sonra sahada etliye sütlüye karışmıyor ya da karışamıyor. Diyoruz ya sürekli “toplam kalite”, dediğimiz yere dönüp geliyoruz bir nevi. Bu kadar kartla, hangi oyun kalitesinden bahsedeceğiz? Artık biz de şu kartlara ceza olayını oturup adamakıllı konuşmamız lazım. Adamlar birbirini çekiyor, yani kasıtlı bir sertlik yok. Pozisyon da hafif. İkisine de sarı. Sen ve sen. Sonra o adamlardan performans bekle. Bak gene toplam kaliteye döndük geldik. Ne sadece futbolcuya ne de sadece hakemlere yükleyebiliriz bu sorumluluğu. Bu kadar kartla da futbolu daha az konuşmaya devam ederiz. Futbol yoksa sahada ne konuşacaksın ki?

17 Ekim 2008 Cuma

Paçalı don istemiyoruz







Şu formalara inaılmaz derecede takmış durumdayım. Geçmişe duyduğumuz özlem aslında geri gittiğimizden değil, saflığımızı ve temizliğimizi kaybetmemizden. Kaybolan saflığımızı arıyoruz bir nevi. Bu "maddecilik"e o kadar sıkı sıkı bağlıyız ki özlemini duyduğumuz "maneviyat" bize her zaman çok ama çok uzak olacak bundan sonra. Efsane formaları satışa çıkarmak bile bir yerde o duygularımızın sömürülmesi değil mi? Formalar aynı ama zamanın saflığı çok uzaklarda. Geçelim bunları. Adidas'ın, Puma'nın, Nike'nin geçmişi pazarlayarak 2000'li yıllara nasıl tutunduğunu tüm modellerinden görebilirsiniz. Yoksa bu devirde küçükken hergün parlattığım Stan Smith'leri kim giyerdi. Bunu giyeceksin dediler ve giydik. Onları giyerken bile aslında dayatılanın farkında mıyız acaba? Bu fotoğrafları neden seçtim biliyor musunuz? Nostaljinin neresinde durduğumuzu görebilmek için. Hala futbolcuları sahada bir basketbolcu ya da boksör şortuyla görmekten inanılmaz derecede rahatsız oluyorum. Bazı futbolcuların diz kapakları dahi görünmüyor. Palyaço gibi. Hadi devir değişiyor. 1.85'in altındaki defans oyuncularına burun kıvırılıyor. Kötü mü duruyor Van Baten'de yukarıda. Az kısaltın şu şortları. Şort değil paçalı don sanki. Üstü kaval, altı şişhane. Yakışmıyor topçu adama. Hadi bu kadar da kısa olmasın ama paçalı don kıvamına da sokmayın.

TED-Fıratpen Tenis Turnuvası


Turnuvadaki tüm maçlar ücretsiz olup program aşağıdaki gibidir efendim. Final maçı sonrası sucuk-köfte ziyafeti verilmektedir. Maçlar, Tarabya TED'te olup daha fazla bilgi almak isteyenler 0 212 262 90 80 numaralı telefondan Nermin Hanım'a ulaşabilirler. Turnucayı 9 sene boyunca teklerde ülkemize kazandıramamış olmamıza rağmen bu sene İpek ya da Pemra'dan kupayı bekliyoruz. Maçlara da bekliyoruz. Aşağıda yazılı ama detay geçelim ki maçlar kapalıkortta...


Türkiye’nin 25.000 $ ödüllü bayanlar kapalıkort tenis turnuvası olan “9. TED-FIRATPEN Cumhuriyet Kızları Uluslararası Tenis Turnuvası”, 27 Ekim - 2 Kasım 2008 tarihleri arasında TED Spor Kulübünde yapılıyor. Turnuva ayrıca Türkiye’nin en uzun süreli kapalıkort bayanlar tenis turnuvası olma özelliğini de sahip.

Yaklaşık 49 ülkeden 376 sporcunun müracaat ettiği turnuvada bu yıl dünya sıralamasının 124. sırasında yer alan Beyaz Rusya’dan Anastasia Yakimova turnuvada 1 numaralı seribaşı. Turnuvada, 2 numaralı seribaşı Avusturyalı Patricia Mayr (138) ve 3 numaralı seribaşı Alman Anne Schaffer (195) diğer iddialı isimler.

Dünya Tenisinde ülkemizin en üst sıradaki raketi (Teklerde 315 – Çiftlerde 301) Pemra Özgen (TED) ve uluslararası klasmanda adını en çok duyurmuş tenisçimiz İpek Şenoğlu (Teklerde 852 – Çiftlerde 87) (TED) geçen yıl olduğu gibi bu sene de turnuvada yer alıyorlar. Bu yıl kendisinden büyük başarılar beklediğimiz Pemra Özgen kupayı kaldırmayı hedeflerken, bir başka başarılı raketimiz olan Çağla Büyükakçay da (ENKA) turnuvada adından söz ettirecek sporcularımızdan biri. Eylül Benli, Aslı Semizoğlu, Tuğçe Doğan, İdil Hacıarifoğlu, Filiz Demiroğlu ve Dilara Yurtkuran ise turnuvaya elemelerden katılıyorlar.

Turnuva Programı
26-27 Ekim 2008 Elemeler
28 Ekim -2 Kasım 2008 Ana Tablo Maçları

1 Kasım, Cumartesi* 14.30 Tekler Yarı Finalleri* Müteakiben Çiftler Finali
2 Kasım, Pazar* 14.30 Tekler Finali* Ödül Töreni* Şenlik (abur cubur)

16 Ekim 2008 Perşembe

Diadora

Mecburiyetten Umbro giysek de ayağımıza her zaman Diadora takarız. İtalyan İtalyan'dır. Alttan vermiş mesajı.

Hesap kitap


2010 Dünya Kupası'na nasıl gideriz? Estonya beraberliği sonrası pasaport alma statüsünü bir hatırlamakta fayda var. Avrupa'dan 9 grup 53 ülke var. 9. grup 5 takımlı diğerleri ise 6. 9 grubun birincisi direk katılıyor. 9. grubun ikincisi ise turnuvaya her durumda el sallıyor. Yani 9. grup her durumda turnuvaya tek takım gönderiyor. Geriye kalan 8 grubun 2.'leri ise aralarında play off oynayacak. 9+4=13 Avrupalı katılacak turnuvaya. İspanya'nın Belçika'yı Güiza'nın asistiyle yenmesi gayet iyi oldu. 1. çıkacak halimiz yok. Gerçeklere göre hareket etmek daha mantıklı. Rakiplerimizle yani Bosna ve Belçika ile deplasmanda oynamak dezavantaj gibi görünse de bizim için neyin dezavantaj neyin avantaj olduğunu ben çözemedim. İçerideki Ermenistan ve Estonya maçlarını bir kenara koyarsak zaten 4 maçımız kaldı. 2 İspanya, Belçika ve Bosna. 4 kritik maçın %75'ini deplasmanda oynayacağız. Bu realiteye göre hareket etmek durumundayız. Sorun Belçika ve Bosna'nın ikisinin birden devrede olması. Bir play off koltuğuna 3 aday var. Bu savaştan kim çıkar göreceğiz? İspanya'ya ile oynayacağımız 2 maçtan birinde mutlaka ama mutlaka kazanmalıyız. Puana ihtiyacımız olmasının yanında İspanya'nın Belçika ve Bosna maçlarında gereğinden fazla yaymaması için. Yoksa Krkiç'lerle çıkarlar yine de grubu 1 bitirirler. Biz de çelik çomak oynarız. Bunun dışında fazla analiz yapmanın bana göre anlamı yok çünkü ezber bozan absürd bir takım olduğumuzun farkındayım. Bekleyip sonuçları görmek lazım. Ya da çıkıp göbeğimizi keseceğiz diyelim. Şimdi...Gelelim grublardaki play off rakiplerimize. 1. grupta Macaristan hesapları alt üst etse de Danimarka ya da Portekiz'den biri ile oynayabiliriz. 2. grupta 2.lik İsviçre ve İsrail dışına pek çıkmaz gibi. Bela anlayacağınız. 3. grupta şu an 2. Polonya. Slovakya lider. Slovenya ve Çekler diğer takımlar. Kimin lider kimin 2. olacağı tam bir muamma. Tu ki Çekler oldu. Buyrun cenaze namazına. 4. grupta 2. lik için Rusya'yı bekliyoruz. 6. grup Hırvatistan ve Ukrayna dışına pek çıkmaz. 7. grup Fransa ve Romanya'yı yukarı çekecektir. Yani yine bela. 8. grup da İrlanda ve Bulgaristan dışına pek çıkmaz gibi görünüyor. 9. grup zaten ikinci çıkarmıyor. Tablo budur. Doğmamış çocuğa don mu biçiyoruz acaba? Yok canım o kadar da umutsuz değiliz.

15 Ekim 2008 Çarşamba

Bu haftanın maçı


Bu haftanın maçı Galatarasay-Trabzon maçı gibi görünse de bana göre değildir efendim. Yıllar sonra Bursa ve Eskişehir'in karşı karşıya gelmesi tam Four Four Two'ya malzeme şeklindedir. Bu konu hakkında daha uzun yazacağım zira Bursa-Eskişehir husumetine ilişkin kaydı arşivlerden buldum. Ama kısaca bir ön giriş yapayım dedim. Eskişehir'e Bursa'da otellerin dolu olduğunun söylenmesi, takımın Mudurnu'da konaklaması, stadda kova yüzünden çıkan olayın Eskişehir'e bire 10 milyon katılarak anlatılması sonucu bütün Bursa dönercilerinin camının çerçevesinin şehirde inmesi, 16 plakalı bir mercedes'in porsuk çayına atılması, 16 plakaların Eskişehirden geçerken 26, 26 plakaların Bursa'dan geçerken 16 olması, daha sonra olayın tatlıya bağlanması...Nereden nereye...Daha detaylarla ballandırmak üzere şimdilik hoşçakalın...
Mudurnu nereden çıktı yahu. Yeni fark ettim ki Mudanya. Kendimizi ayıplıyoruz.