22 Kasım 2008 Cumartesi

Mik Mikrofonlarımız


“Seviyorum ulan” diye haykırmak istiyorum. Seviyorum. “Az sonra” demek yok, “bakalım neler olmuş” demek yok, rekabet yok, “flash flash” yok, menüde bugün bu yemek var o da istersen yılları. “Mikrofonlarımız” kelimesi radyo yayınına yetişemeyenler için çok şey ifade etmez belki ama bizim için heyecandan kalbimizin güm güm atması ile eş değerdi o zamanlar. Mikrofonlarımız Kadıköy’de dediği zaman spiker radyoya yapışırdık. Zaten “mik” demesini beklerdik. “Mik” demesi yeterliydi o zamanlar. Hadi maça bağlandın. Maç ev sahibi takımın sahasında ise spiker söze girmeden anlardın zaten kimin ne yaptığını. Ulan bekle söyleyecek zaten 1 saniye sonra ne olacağını. O derece uzmanlaşmıştık. Mikrofonlarımız Sami Yen’de deyip arkadan “eeee ööööö heyyyyooooo” seslerini duyduğumuz zaman tüh be Galatasaray atmış deyip üzülürdük. Maçı anlatan bir önceki bağlantısına atıfta bulunarak “size Beşiktaş’ın sağlı sollu ataklarla rakip kaleyi zorladığını söylemiştim” gibilerinden gol geliyordu -anlayın işte lan- hissettirmesini sokuştururdu araya. Maçı anlatanları sesinden tanırdık o zamanlar ve o ses tonuna sahip adamın radyo başındakini sokmaya çalıştığı formu bilip önlemlerimizi alırdık. Reksan Reklam ve Kurt Ajansı dinlerdik. İlk yarı ve ikinci yarı maçlar oynanırken de girerdi reklam kuşağı ayar olurduk. (Zafer ağabeycim hiç kızma, severiz seni) Apikoğlu, Apikoğlu… Seyidoğlu reçel, Seyidoğlu helva hiç doyulmuyor tadına, Seyidoğlu helva ve reçelleri…Stil stil stil boya, boyayın doya doya, Stil Boya…O yıllar işte. Helva desen Seyidoğlu, ayakkabı boyası desen Stil, sucuk desen Apikoğlu demem kusura bakmayın bizim köydeki Aile Kasabı 10 numaradır. Neyse 26 Ağustos saat 15:30. Çok iyi hatırlıyorum ki maçın hakemi Erman Toroğlu. Bizim amcaoğlunun ilk Fener maçı. 90-91 sezonunun ilk haftası, AYDIN MAÇI. (Var mı böyle bir debut bilmiyorum. En mazoşit debuta Ömer Yıldırım’ı yazarım) 47’de İlker Aydın’ı 2-1 öne geçiriyor, ama o psikolojik işkence 6-1’den daha kötü sallıyor bizi. O gün Galatasaray ve Beşiktaş’ın maçı yoktu galiba, onlar cumartesi oynamıştı. Beşiktaş 25 Ağustos günü Antep’e gittiydi ve 15:30’da oynadıydı. Ölüsü 45 derecedir. Neyse…Arada sırada reklam giriyor ve diğer maçlara bağlanıyor. Bundan eminim. Eminim çünkü radyo başında “bağlan la bağlan” diye bekliyorum. Bekle Allah bekle. Daha beraberlik golü gelecek de ardından galibiyet gelecek. 82’ye kadar bekledik. İlker, Hikmet, Mustafa hooop 6. Ne zaman “mik” dese kalbimiz güm güm ama bize kapak oldu o maç. 6-1’e mi üzülsem, 30 dakika boyunca her an sanki doğum yapacak karından gelecek haberi verecek hemşireyi bekleyerek yaşadığım psikolojik baskının sarsıntısını mı silmeye çalışsam? Yoksa Ömer’e mi üzülsem vah garibim. Ben size bahardan kalma bir günü anlatırken diye başlar, Levent Özçelik. Okuldan eve nasıl geldiğimi bilmem. Kaypaklık yoktu o zamanlar, ya da azdı, hem çocuktum hem de çocuk gibi sevinmiştim N. Xamax maçına. Bir de kupa ve Avrupa maçlarını derste dinleme çabaları vardır ki onlar da ayrı bir post konusudur. Çarşamba öğlenden sonra derslerinize kimin girdiği önemlidir bu açıdan vesselam.

Hiç yorum yok: