12 Eylül 2009 Cumartesi

Tabata Sendromu (Devre Arası yazısı)


Geç kalmış bir yazıdır bu. Bir yönetim düşünün ki Demirören'in başkanlığı boyunca Türkiye Kupaları'yla taraftarını uyutmaya çalışsın? Bir yönetim düşünün ki 6 senede bir sadece forması bile şampiyonluk için yeterli olmasının bilincinde olmasına rağmen taraftarına sözde muhteşem başarılar kazanılmış soslu yemekler servis etsin? Bir yönetim düşünün ki son şampiyonluğunu 2003'teki son şampiyonluğun aksine FB ve GS ligde olmadığı için kazansın? Bir takım düşünün ki taraftarı da bunun bilincinde olsun? Bir takım düşünün ki Demirören başkan olduğu sürece 6 sene daha FB ve GS çuvalladığı zaman şampiyon olması mümkün olsun? Bir başkan çıkıyor ve 10 numara adam alacağım diyor. Denizli de yok yok 10,5 numara lazım diyor. Delgado gibi durumu belli bir adamı 5 ay bekliyorsunuz, sonra transferin bitmesine 2 gün kala Tabata'yı alıyorsunuz. Sonra başlıyorsunuz Tabata'ya sallamaya. Taraftarı Tabata'ya karşı kışkırtıyorsunuz. Neymiş Antep'ten Manchester United maçınaymış. Diego'yu mu bekliyorsunuz son 2 gün Juve'den? O kadar para verilir miymiş? Siz dua edin Antep 8'e değil 18'e çakmadı Tabata'yı size. Ben Antep Başkanı olsam BJK'nın malum durumlarını da göz önünde bulundurarak son 2 gün 12-13 derdim. Paşa gönlünüz bilir. Kaşınıp dur 5 ay boyunca sonra vay efendim Tabata'ya UCL'de piyasa mı yaptıracağız? E seni Yusuf şampiyon yaptı ya. Tabata'nın günahı ne? Ernst diyorsun, Fink diyorsun, Yusuf diyorsun, Serdar Özkan diyorsun, Ekrem diyorsun sonra oooooo Tabata sen kimsin diyorsun? Ha sanki kadroda Alex'in, Elano'n, Santos'un, oyun buyun var, sen Tabata'yı beğenmiyorsun? El birliğiyle adamı yemeye çalışacağınıza el verin de takıma biraz katkı sağlasın. Suç Tabata'nın değil. Tabata Beşiktaş için yeterlidir.

Milli Marş Komedisi


Avrupa Baketbol Şampiyonası'ndaki ilk maçımız olan Litvanya maçından beri milli marşımızın ilk kıtasını dinliyoruz sonrası kayıp. Koskoca Türkiye Basketbol Federasyonu'ndan yok mu bir uyanan? Allah aşkına çocuklar İstiklal Marşını söylemeye başlıyor sonra kafalarına göre tamamlamak zorunda kalıyor.

10 Eylül 2009 Perşembe

Senden, Benden, Bizden...


İçim yanıyor desem ne kadar kendimi ifade edebilmiş olurum bilemiyorum. 2010'a 1 kala İstanbul'u sel vurdu. Trakya'da hayatını kaybeden vatandaşlarımızla ölü sayısı 31. Zaman'ın manşeti "Yüzyılın Felaketi". İç sayfalarda da "Erdoğam DSİ'yi 2006 yılında uyarmış" başlıklı bir başka ayrıntı. Bugün sabahtan akşama kadar tek bir şeyi düşündüm. "AKP oy oranını sürekli arttırıyor ama İstanbul'u bir türlü alamıyor. 20 seneden bu yana da bu şehri RP-AKP yönetmiyor. X parti yönetiyor. Bu giriş inanılmaz sert oldu. Bu sebeple ben bile korktum. Biraz yumuşatmak lazım. Değiştiriyorum. Son belediye seçimlerini Topbaş kazanamadı ve Kılıçdaroğlu kazandı. 5,5 aydan bu yana da İstanbul'u yönetiyor. Sizce bu felaketten sonra ne olurdu? Geçtim 20 seneden beri bu şehrin tek elden yönetilmesini? Artık bu ülkede doğru ya da yanlış yok. Bizimkiler ve diğerleri var maalesef. Kılıçdaroğlu ya da bir başkası 20 sene değil 5,5 aydan beri bu şehri yönetseydi 10 Eylül sabahı Zaman gazetesinin manşeti ne olurdu? Yüzyılın Felaketi mi yoksa Yüzyılın İhmali mi? Oturur ağlarım bu zihniyete. Senden, benden, bizden zihniyetine. Hangi TV kanalını izliyorsam, hangi gazeteyi okuyorsam kafam puslu. Hep puzzle birleştiriyorum. Peki sorarım size siz ne için varsınız? Sendeni, bendeni, bizdeni korumak için mi kamu yararı için mi?

6 Eylül 2009 Pazar

Cumhuriyet ve Raydan Çıkanlar (Adana Demir-Livorno maçı üzerine)


Cuma akşamı saat 21:00'da karşılaştı Adana Demir ile Livorno. Maçtan önce iki kulübün tarihine ilişkin yazılanlara eklemeler yaparak konuyu dağıtmak yazımızın amacı değil. Cuma günü açıkçası maçın bir TV kanalından yayınlanmasını da pek istemiyordum. Sanki ertesi gün koşarak gazete alıp acaba neler olmuşu okumak bu maçın oynanma amaçlarından birine daha fazla hizmet edecekti. Ve bizim kıyısından yakaladığımız geçmişimize götürecekti. Hem devre arasına daya reklamları, daya maça Adana firmalarının bant reklamlarını derken daha da endüsrtiyel bir yapıyı cukkadanak oturtacaktık maçımızı. Sonra maçı anlatan başlardı ırkçılıktı da endüstriyel futboldu da, zarttı da zurttu da. Böylesi daha güzel oldu boşverin siz. Cumartesi günü Radikal gazetesi maça epey yer ayırmıştı. "Adana'da Kızıl Gece" diye açıp okuduk. Zaten önemli olan maçın atmosferinin anlatılmasıydı. Yoksa bu maç vesilesi ile Adana Demir ve Livorno tarihleri hakkında okuduklarımız yanımıza kar kaldı. Adana Demir'in defansının aksamasını, Livorno'nın orta sahada basmasını neyleyleyim. O yüzden pazar günü de biraz Cem Dizdar'dan faydalandık Milliyet'te. Aynen düşündüğümüzü yapıp o ortamı bize yaşatmak için çaba sarfetmişti. Yeri biraz daha geniş olsaydı daha bir güzel olurdu ya neyse. Eline sağlık diyelim. Kalkmış gitmiş Adanalara. Bunun dışında takip edemeyip maçta yaşananları yazan ulusal basınımız varsa kendilerinden özür dilerim. Asıl geleceğimin yeri ise sona sakladım. Cumartesi günü Cumhuriyet'i açtım. Bakalım maçla ilgili neler vardı diye. Normal bir maç yazısı. Dostça bitti falan filan. Oyunculara yıldız falan da vermişler. E dedim normaldir. Maç bitti 23:00'da. Yazmaya zaman yok. Pazar günü geniş geniş girerler maçı pazar ekinde. Spor sayfasına girmesinlerdi zaten. 2 sayfalık cumhuriyet sporun 1 sayfasının %70'i ilan olur genelde. Diğer sayfada da "ulusal maç"ın olması normaldi. Nitekim 3. sayfada haber vardı. Başlık "Yoldaşlar Bulştu". Yusuf Baştuğ'un haberi. Tamamen şu oldu bu oldu diye yazılan, hiçbir duygunun yer almadığı, her muhabirin rahatlıkla yazacağı bir yazı. Tribünlerde şu pankartlar vardı, bu pankartlar vardı, şu pankart asılınca polis müdahale etti. Bitti, gitti maç da berabere bitti. Şimdi soruyorum gazetenin spor müdürü Arif Kızılyalın'a. Böyle mi girmeliydi bu maçı Cumhuriyet gazetesi. Maçtan 1-2 saat önce bir arkadaşımız tribün liderleriyle konuşsaydı, maçı onlarla seyretseydi, Livorno'nun tribün liderlerinden birinden görüş alınsaydı, tribünler daha bir güzel anlatılsaydı, biraz içinizde hissedilseydi bu maç. Fena mı olurdu? Biz her pazar hükümete giydirdiklerinizi okuyalım diye Cumhuriyet gazetesi almıyoruz. Anlamadınız galiba?